27 Temmuz 2013 Cumartesi

"Kimimizin derdi kimisinin hayalleridir." -ol iz vel.




Aslında her gün, her dakika o kadar çok karşılaşıyoruz ki sıkılıyoruz ve arka plana atılıyor tüm bu gerçekler. Şu an'da bilgilendirmekten ziyade hatırlatma olarak yazmak istedim bu konuyu.

Kimimiz gün be gün eğitim sisteminin çarpıklığıyla imtihana tabi tutuluruz, kpss, öss, sbs gibi zat-ı muhteremlerin gerçek sınavlar oldukları düşüncesiyle..

kimimiz katma değer vergisiyle çarpılırız, bir "malın" asıl değerinden daha çok olduğunu düşünüp korku duyarak..

kimimiz 'devlet' tarafından ödenen öğrenci 'kredilerini' koştur koştur 7'sinde çekilmesiyle "oh bu haftayı da çıkarıcaz inşallah" diye düşünürken aslında, o paranın kitaplara dahi yetmediği gerçeğiyle yüzleşerek paranın yetmeyeceği gibi, 3'e katlanmış olarak ödeneceği hadisesiyle yüzleşerek...

kimimiz sigortasında biriktirdiği, yani o yıllaaar boyu çalışıp da kazandığı maaşından çocuğuna alabilceği bir kaç üst baş parasından ve hatta çocuğuyla, ailesiyle gidebileceği tatilerden feragat ederek kestikleri o primlerin aslında günü geldiğinde "kanserinin"," kemik erimesinin" "alzheimerının" ilaçlarını bırak, prospektüsünü bile karşılamadığı gerçeğiyle...

kimimiz daha bırakın "uluslararası yolculuğu"; kentinden, semtinden ayrılamadan, hayatındaki tomurcukları göremeden; ailesine ve kendisine bakmanın verdiği yükümlülükten fabrika hayatının tutsaklığıyla geçirdiği hayatında vereceği son nefesini dahi "rahatlıkla" alamayacağı gerçeğiyle...

kimimiz daha ufacıkken, bir futbol topuyla bile mutlu olurken, hatta bir tasoyla ömrünü geçirebileceği düşüncesiyle yaşarken, bir bisiklet sahibi bile olamayacacağı-olamadığı gerçeğiyle...

Ha şimdi sorarsın ki bana "sen kimsin o halde, hangi gruptansın ela gözlü delikanlı? Türkiye denilince aklına ne geliyor?" Bunları görüp de bana sormana sadece nutkum tutulur, sadece... Bir şey diyemem.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Nikolas ve Nadia


           Nadia, yüreğini umarsızca paramparça eden Nikolas'a dönüp dedi ki; "Umrundaymış gibi davrandığın için teşekkürler, seni pislik." Bunu söylerken rahatladığından istemsizce gülümsedi. İşte tam bu anda bir şeyi farketti Nadia; Gülümsemek bir kadının en iyi makyajıdır. 
           Ancak Nikolas israrcıydı, her zamanki gibi.. "O benim de bir arkadaşım ve bir arkadaşımın sorunu, benim sorunumdur. Anlamıyorsun, buna ihtiyacı vardı!' diyerek açtığı yarayı deşiyordu.         
           Nadia, biraz önce sahip olduğu o gülümsemeyi de kaybettiğini, yüreğine ve iliklerine kadar tekrar titreyince hissetti ve sinirden viski bardağını duvara fırlattı. Bu hareketinden sonra şimdi de hissettiklerini sözlerle anlatmaya çalışıyordu; "Bana bir kere yalan söylersen, her söylediğini sorgularım ve sen bana yalan söyledin pislik herif. O saatte maçta olduğunu söylemiştin!"          
          Nikolas içinden; 'Evet maçtaydım, ama vip odasında, Addison ile' dedi.                   
          "Addisonlaydın gece boyunca! O benim..tek.." Hıçkırıklara boğulmuştu Nadia. Ayakta zor duruyordu. 
         Nikolas'ın aklından o sırada geçen tek bir cümle tüm derdini anlatabilirdi aslında: 'Nadia! Ben tek eşliliğe inanmıyorum!' Ancak, diyemedi...        
         Onun yerine; "Ben olsam kıskanmazdım Addison'ı. İhtiyacı vardı diyorum! Hem sen hiç benim olmadın ki!" dedi ve bu lafının hemen ardından Nikolas terasa bir şok dalgası yayıldığını hissetti. 'Sakin ol aslanım, bunu da atlacaksın!'         
         Nutku tutulan Nadia ise, yarıda bıraktığı cümlesini tamamlamaya çalıştı; "O benim 24 yıllık arkadaşımdı, pislik herif, 24!" Titriyordu...'Sen hiç benim olmadın ki!' mi dedi O demin? Şu an, Sil baştan filmindeki Clementine olmayı o kadar çok isterdi ki... Addison ve Nikolas...İnanılmaz! Bu durumu, Addison'un geçenlerde gittikleri bir mağazadan aldığı Bvlgari Jasmin Noir'ın hoş ve yumuşak kokusunu Nikolas'ın üzerinde koklayınca ifşa edebilmişti. Öyle ki, kendisi Burberry Classic Woman kullanıcısıydı. Tamamıyla zıt iki zevk... Bu kadar aşikâr olmalı mıydı yaptıkları bu aşağılık şey? 
        Nikolas ise kendine, bu durumda suçlu olmadığını söylüyordu. 'Ben tek bir insana bağlanamıyorum Nadia!" diye içinden sitem etti. Terasta hava serindi.
         Her ne kadar Niko'yla sevgili olmadan evvel de O'nun çayır-keyf ve çapkın bir hayat sürdüğünü bilse de, Nadia öfkeli bakışlarını Nikolas'a çevirip, sert bir şekilde kelimeleri bir bir yineleyerek sordu; "Sen hiç benim olmadın ki mi dedin sen?" 
        "Evet, Nadia.Evet! Baştan beri hep daha iyi bir hayat, daha iyi bir ev, daha iyi hediyeler, daha iyi 'Nikolas' istediğini söylüyordun! Ben miyim vefasız!" 
        "Ama gidip en iyi arkadaşınla yatmadım, seni pislik herif!" Öfkesi, ruhunu ele geçiriyordu. Gazetedeki bir haberi anımsadı bu anda... Haberde şu yazıyordu; "California eyaletinin Los Angeles şehrinde Cinnet geçiren adam, önce karısını bıçakladı; ardından bir yaşındakini bebeğini kucağına alıp 7.kattan atladı." Durum hiç de iyiye gitmiyordu.                  'Addison...O taş gibi bacakları, insana ilham veren yeşil gözlerinin delici bakışları... Tanrım, her dakikasına değdi." düşünceleriyle kendi moodunu yükseltmeye çalışırken Nadia'nın duymak istediği şey bu düşünceleri değildi. Annesi tarafından ona dayatılmış toplumsal ahlaki kurallar açısından haklıydı ve bir açıklama, belki de basit bir özür bekliyordu. Nadia'nın Nikosu'nun ise aklında tek bir cümle vardı... Latince; Carpe Diem. Kolunun iç tarafında dövme de yaptırmıştı üstelik. O anına bakan bir insandı sürekli. 'Ben böyle yetiştirildim!'
        Üstelik iki sene olmuştu neredeyse Nadia'yla olalı! Bu süre ona yeterdi bile. Hamurunda yoktu bu kadar uzun süreli bir ilişki. Ki olmadı da zaten. Nikolas, Chloe ve Addison'dan başkasını düşünmüyordu. Bir katalog yapmıştı sanki; mavi ve yeşil gözlüler. Özellikle ah o yeşil gözlüler...
        Hava biraz daha serinlemiş gibi geldi. Hırkasını almadığı için pişman oldu. Öyle ki Mississippi eyaletinin bu güzide Greenville şehrinde yazın ortasında da olsa, akşamları sert ve kuru bir soğuk çıkagelebilirdi. Tıpkı bu gece gibi. Hatta geçen yaz tatilinde gittikleri Türkiye'nin İzmir'i veya 3 yıl önce henüz arkadaşken gittikleri Romanya'nın Bükreş'i...
 Nadia, isminin hikayesini hep anımsardı. 29 yaşına gelmiş olmasına rağmen, henüz 14 yaşında öğrendiği ispanyolca seçmeli derste, daha ilk derste özellikle, nadia'nın hiç kimse demek olduğunu öğrenmişti. Tekrar haberi anımsadı. Hayır yapamazdı. O kahpe Addison yüzünden ne Nikolas'a zarar verecek, ne de kendi hayatını, geleceğini veya hayallerini mahvedecekti. Düşüncesi bile korkunçtu. Ama içindeki dürtü... Çok güçlüydü. Haberin yayınlandığı günü hayal meyal hatırlıyordu. Haber, New York Times'ta iki gün boyunca en üstte kalmıştı. 
        Aslında bulundukları durumda 'cinnet' geçirmekten de öte Nikolas'ın ona boş boş bakması ve açıklama yapmaması onu deli ediyordu. 'Olanları kabul etmemi mi bekliyorsun, yedi kocalı hürmüz?'
        "Neden pislik herif, neden?!" 
        "Şey.. Bunaldım, Nadia. Gerçekten bunaldım artık! Hayatımda bir değişikliğe ihtiyacım vardı ve sıkılıyordum. Burada her şey o kadar sığ ki! O kadar boğucusun ki!"
"Boğucu muydum?! Aşağılık..." Sustu. Sadece sustu ve derin derin nefesler alıp verdi. Kendisine gelmeliydi. Beynine kan gitmeliydi. Çünkü bu dakikalar onun 29 yıldır yaşayarak öğrendiği tüm tabuları, tüm inançlar yıkıp geçiyordu. 'Bu kadarı da ağır geliyor!'
        Ruhunun derinliklerindeki bu öfkesi, mayıs ayında Oklahamayı kasıp kavuran hortum gibi yıkıcı olmaya başlamıştı. Üstelik aşkları -Niko'nun sözde yaşattığı hisler- ona sonsuzluğu, yenilmezliği, merakındaki doyumsuzluğu, yapılacak keşifleri o kadar tattırıyordu ki hayatının zirvesinde olan bu genç kız, hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Şu an ise durumuna baktığında ağlamaması mümkün değildi. Nasıl bu kadar zayıf olabiliyordu? Nadia, bir kadın dergisinde "Babasıyla annesi erken yaşlarda boşanmış kızların daima babalarının 'kopyası' tarzında bir koca aradıkları" konusunda bir yazı okumuştu. 'Ne kadar da haklılarmış. Sadece kendimi mahfetmişim!
          "Bak gel, otur sakin sakin konuşalım. Biliyorsun, bende panik atak var. Kilitleniyorum, gidiyorum. O yüzden yalvarırım, dinlemesen de otur..." derken Nadia'nın kollarından tutmaya çalıştı.
         'Şerefsiz herif kollarımdan tutuyor, olamaz!'
           Nadia anlık bir irkilmeyle "Bırak beni!" diye çığlık attı bu sanki o anda kıyamet koptu, geceler gündüz oldu, güneş doğudan battı...Gecenin yıkıcı kasvetine, ilikleri dondurucu kuru soğuğuna, köpeklerin koro halinde havlamasına, kapıların-pencerelerin gıcırdamasına, bebek ağlamasına, araba seslerine, Nadia'nın tiz çığlığı da eklendi... Sonrası hayal meyaldi... O an, ne Addison, ne Chloe ne de bir başkasının bir önemi vardı. Artık önemi olan tek şey; varlığının boyunca acılarla yüzleşmiş Nadia'nın yatağında kan ter içinde uyanması ve tüm bu olanların sadece birer hayal olduğunu görmesiydi.
         Uyandıktan sonra tuzlu terlerinin kapattığı ve yaktığı gözlerini uzunca bir süre açamadı. 'Of, çok kötüydü!
        Ellerini kullanmak istedi, ancak kullanamadı.'Neler oluyor?!'
        Kullanamadı... Çünkü elleri, Mississippi Devlet Hastanesindeki sert yatağın iki tarafındaki soğuk demirlere kelepçelenmişti. Ne California, ne de 7.kattaki adam vardı. Haber, 2 yıllık kocasının, kendisini önce spor salonundaki müşterisiyle, ardından 24 yıldır tanıdığı, 7 ay önce boşanmış ve yalnızlıkla kavrulan arkadaşı Addisonla ilişkisi olduğunu öğrenip, yıkıcı bir travma yaşayan ve artık bir "hiç" olan Nadia'nın kurguladığı bir masaldan başka bir şey değildi. Ve evet ne yazık ki, cinnet geçiren kişi de "koca" değildi...

Bir latince deyiş: Laborare est orare "Çalışmak, ibadettir"


Latinceden dilimize çevirildiğinde açık bir şekilde; "Çalışmak ibadettir." diye çevirilecek vecizedir. (leo diye kısaltacağım açıklamanın devamında. Eh biraz da mecazi ve gurur verici bir anlamı olsun zodiac astroloji burc'u olan Aslandan gelen. Aslan burcu olduğum için değil tabi ki! :)  )

Latince kökenli olmasına rağmen bir çok kutsal ya da kutsal olmayan batıl-uydurma-uzak doğu menşeili din-inanış tarafından da insanlar üzerinde olumlu-pozitif-pragmatik bir değer katan ve insanı yücelten, insanı güçlendiren, içten gelerek yapıldığında sağlam karakter oluşturmayı sağlayan bir sözdür, leo.

Şimdi islamiyet ile Hristiyanlık ve diğer inançlarda leo'yu açıklayalım kısaca. -Kısaca diyorum, çünkü binlerce sayfalık yabancı kaynaklar var. Muhteşem bir şey değil mi?

Haydi başlayalım..

1. islamiyet'te leo;

Hemen leo'nun şu anlama gelebildiğini "Çalışıyorum, namaza gerek yok o zaman aga.(haşa)" düşünebilecek bazı müslüman kardeşlerime bir uyarı geçeyim. Öncelikle dinimizde -Müslüman olmayan arkadaşlar lütfen açıklamamdan dolayı rahatsız hissetmeyiniz. burada bir dışlama veyahut bir ima bulunmamaktadır. sadece akıl karışıklığı yaratabilir ve insanları yanlış yönlendirebilirim. dikkatli olmak lazım sonuçta.- bildiğimiz gibi 5 farz bulunmaktadır. Yani yapılması gerekenleri -yapabildiğiniz kadarıyla- yapmak 'mesuliyetindesiniz' Türlü türlü bahaneler uydurabilirsiniz, bu sizin inisifiyatinize kalmış bir durumdur ben bunu yargılayamam ancak, dini konular gibi önemli vazifelerde eksiksiz yerine getirmeniz şarttır. Zorunluluk olarak değil de sevgiyle yapılması daha da bir sevaptır, bilindiği gibi. 5 farz'a dönecek olursam;
1. Şehâdet Etmek
2. Namaz Kılmak
3. Zekât Vermek
4. Oruç Tutmak
5. Hac'ca gitmek

Detaylıca anlatmayacağım zira, Kur'an'dan başlayarak binlerce dini kaynaktan öğrenilebilir. Burada vurgulamak istediğim şey şu; iyi niyetle çalışmanız ibadet olabilir. Namaza ne lüzum var, çalışmak da ibadettir demek çok yanlıştır. Çünkü namaz bildiğimiz gibi 2. müslümanlık şartımızdır. Reddedilemez ve değiştirilemez. Böyle söyleyen kâfir olur. Namaz kılan, haramlardan kaçan kimsenin iyi niyetle çalışması ibadettir.

Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir. Eğer kazanacağı para ile öğünmek, keyf sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir. (Peygamber efendimizin söylediği bir söz olarak  asıl ismi -Süleymân bin Ahmed bin Eyyub bin Mutayr eş-Şâmi el-Lahmi et-Taberani- olan Taberani'den alınmıştır.) Ayrıca "leo" benzer bir şekilde Nisa süresi 95.ayette de belirtilmiştir; "Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, oturanlardan üstün kıldı. Allah onların hepsine de cenneti vaad etmiştir. Bununla beraber Allah mücahitlere, oturanların üzerinde büyük bir ecir vermiştir. "

2. Hristiyanlık ile diğer kutsal ve kutsal olmayan dinlerde-inanışlarda leo;

Amerika Birleşik Devletlerinin Washington eyaletinde Mary Virginia Merrick tarafından kurulmuş "Christ Child Society" adlı Türkçemize "Mesih Çocuk Derneği" diye çevirilebilecek, derneğin ismine zıt olarak 'dini ve ırkı ne olursa olsun, ayrım gösterilmeksizin' çocuklara gereken maddiyatı, eğitimi ve duygusal ortam -aile, kaynaşma, iletişim- ihtiyaçlarını karşılayan kâr amacı gütmeyen, gönüllü üyelerinin azim ve sabır dolu organizasyonuyla çalışan bir derneğin vecizesidir.

Tüm dünyada kabul edilen bir dil olan ingilizce'de "To labour is to pray" olarak ifade edilebilecek leo; önceleri, yani 480–547 yılları arasında, Aziz Nursia Benedikt'i tarafından, rahiplerin, başrahip otoritesi altında müşterek bir hayat sürmeleri amacıyla yazılmış emirlerin bulunduğu "The Rule of Saint Benedict" (Aziz Benedict Kuralı) kitabının, sonralarıysa Farmasonlar tarafından kabul edilen bir mottosudur. Tabii ki bize aile ağacımızdaki bir birey kadar yakın olan farmasonlarda bu söz,  'istediğini yap' vecizesine kurulu olan ve altın-fildişi-mermer tapınakları inşaa eden Telemalar için (ingilizcesi; Thelema) kulağa yatkın gelebilir. -Yabancı kaynakları araştırırsanız Telemalar, Sembolizm ve siyonizm üzerinde de oldukça detaylı bir kaynak listesine ulaşabilirsiniz. Burada yüzeysel geçtim ancak özel olarak bir isteğiniz/isteğiniz varsa da lütfen benimle e-mail üzerinden ( icelebi89@hotmail.com ) iletişime geçin; konuşalım, tartışalım, bilgi aktaralım... "Doctus cum libro" olmak lazım. Yani; kitabıyla bilgin olmak... Bu söz kendileri bir şey bilmeyip, hazır bilgiyi sunmaya çalışanlar için kullanılan bir başka latince sözdür. Buna da bir başka yazıda değineceğim. Kısaca öğreten öğrenir. :)

Biraz daha 'yer üstünden' konuşmak gerekirse birçok hristiyanizm kökenli okulda da motto olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Gandhi'ye göre sansktritçe "Bhagavat Gita" olan ve Rabb'in Ezgisi diye dilimize çevrilebilecek kutsal bir Hindu metnidir.

Diğer inançlara göre de neredeyse ikinci paragrafta da belirttiğim anlamlara sahiptir. Az çok çevirilerden, diller-hitaplar-anlayışlar-iletişim üzerindeki zaman aşımlarından fark olacaktır tabii ki. Ancak sonuç olarak bu güzel latince deyişe, ruhu dinginleyen ve iç ısıtan Hz. Mevlana'nın  şu sözünü de ekleyebiliriz; "insan, ancak çalıştığını kazanır."

(İmlâda, hitabımda surç-i lisans işlemişsem affola dostlar. Sağlıcaklar kalın, tekrar görüşmek üzere.)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Neden olmasın? Hintliler biliyor bu işi abi.

"Daha iyi bir dünyaya inanmak için birçok sebep var!" Oldukça "all is well" -her şey yolunda- tarzında ve pozitif bir görüş olmakla beraber, eğer doğru şartları sağlayabilirsek, birbirimizin farkında olabilirsek dünyada her an yaşanan açlığa, kıtlığa, tecavüzlere-tacizlere-soykırımlara-cinayetlere, yoksulluğa, öksüzlüğe-yetimliğe karşı savaşta biz de "yenen taraf" olabiliriz ve hatta çatısı yıkılan bir evdeki yaşayanların kurtarılması ve komşularınca çatının yapılması gibi muhteşem anlara şahit olabiliriz. Ya da görme engelli bir vatandaşın karşı kaldırıma geçemediğini gördüğünden elindeki sandviçi bitmeden paketleyip, o "kardeşinin" yardımına giden bir insanı da görebiliriz. Zor mu ki? Belki de.

Bu mübarek günlerde içimizi biraz da olsa ısıtan soru şu: Neden olmasın?




16 Haziran 2013 Pazar

Man of Steel'e gitmeli mi?


Selamlar. Bu yazıda yeni nesil Superman'imizin filmi hakkında bir iki kelam edeceğiz. Kal-El abimizi tekrar gördüğümüze sevindik. Ancak... Değer mi? Yani birçok savaş sahnesi vardı, binalar yıkıldı filan falan güzel şeyler, 3 boyutlu da üstelik... Yönetmen koltuğunda Zack Snyder, hikaye kısmına Christopher Nolan, müziğinde Hans Zimmer... Daha ne olsun? diyorsunuz değil mi? Ancaak kazın ayağı öyle değil dostlarım.