Abartmıyorum
bir gün, sabahın 10'undan beri sitemizdeki iki apartman boşluğu
arasında 8-9 yaşlarındaki bir kızancık (!) düdük çalıyordu. Ses
yankılanıyordu da. Öyle böyle değil. Yaz sıcaklarının en ummalı
zamanlarındasınızdır, gece o kevaşe kan emici sinekten uyku tutmaz,
sabaha kadar uyuyamazsınız. Ardından uyku tutar. Uykunuzun 3.saatinde,
henüz REM uykunuzu bile tamamlayamamışken o kızan başlar düdüğünü,
düdüüt düdüüüt diye çalmaya. (Çocuktur diyorum, kızan diyorum, p.ç demek
istemiyorum, ancak yanımda olmalıydınız öfkemin gazabını yaşamak için.)
Malümunuz
tatil günü. Laptopta takıl, kitap oku, yemek ye, sıç (lütfen kibar
olmak adına tuvaletini "yap" gibi anlamsız kelimeler kullanmayın.),
sonradan dışarı çağrılırsan olabilecek tüm buluşmaları "Olum sen manyak
mısın? Götümden terler akıyor lan. Akşam kulüpte görüşürüz." diye günün
geç saatlerine at... Rutin işler. Yazın ortasındasın canım benim, elden
ne gelir?
İşte
böyle bir mevsimdeyken, o gün sadece 2 arkadaşınız ve bir de çevirdiği
numarayı bilmeyip, telefonu açtığınızda "Saadettin Hoca'yla
görüşecektim.Orada mı?" diye soran bir mal aramıştır. Hee ben imam
Saadettin diyip telefonu kapatırsınız ve maç berabere giderken
takımınızın 90+5'te yediği golün çaresizliğinden beter bir çaresizlik
durumuyla, o düdükle baş başasınızdır artık.
Kitap
okusan konsantre olamıyorsun ve dolayısıyla da bir bok anlamıyorsun.
Bırak öyle teknik terimli, ağır lügat içeren bir kitap okumayı, çerez
dediğin, karikatür dergilerini bile okuyamıyorsun. Elindeki kitaba
anlamsızca bakıyorsun sadece. O da sana bakıyor. İlişkiniz anlam
kazanmaya başlıyor. Sanki yıllar yaşamışcasına dakikalarca boş boş
bakıyorsunuz kitaba. Sonunda, "Sen benden daha iyilerine layıksın."
diyip kitabı masanıza koyuyorsunuz ve o p.ç hâlâ düdüğünü çalmaya devam
ediyor, zafer kazanmışcasına. Ama o sadece bir "çocuk" değil mi? Ne
çocuğu be, ne çocuğu! Eğer final-bütünleme zamanlarımda denk gelseydi,
katil olabilirdim.
"Çok
oldu ama ha!" diyorsunuz ve anneniz evdeyken durumu anlatıyorsunuz
kendisine. İçi buruk bir sesle, "O çocuk daha evladım, sen neler neler
yapardın hatırlamaz mısın?" diyerek başlıyor, beni geçmişime götüren
konuşmaya...
"Daha
7 yaşında vardın yoktun.İlk defa piyano eğitimi alacağın seneydi hani.
Org almıştık eve. Hatta dur org'a geçmeden flüt'ü anlatıyım. (Kafa
sallarım.) İşte o zaman sen ikinci sınıftaydın. (Evet, okumaya 5.5
yaşımda başladım.) Kırtasiyeci Hüsnü amcandan flüt almıştık sana. İlk
aldığın günü hiç unutmam. Neredeyse mahalleyi ayaklandırmıştın. Anlamsız
şeyler çalardın hep. Ama görüyorum ki şimdi tebessümle karşılıyorsun.
Biliyorum, biliyorum severek çalardın. Tabi, ilk başlarda çaldıklarının
kulak tırmalayıcı olduğunu bilmeden...Sonracığıma org almıştık hani
birkaç ay sonra. Samanyolu'nu kendin öğrenene kadar kaç tutam saç gitti
bizden biliyor musun?
"Anne yapma ya, seviyorsunuz sanıyorum."
"Bir
laf var hani; hamileyi doğan bebeğinden dolayı tebrik ederler ama hiç
sormazlar 'Kaç kere...(annemden öhö öhö sesleri)?' diye. Senin durumla
aynıydı yani işte."
Bunlar
beni tatmin etmedi tabi. Laptopun başına döndüm, içimden söve söve.
Elime geçirirsem ağzına edecek kıvama getirmişti beni, küçücük velet.
Ama bir şey de yapmıyordum, yapamıyordum. Sonunda çocuktu. Bir çocuğun
mutsuzluğundansa ölmeyi bile yeğlerim demişti, ünlü bir şair. Bok
yeğlersin. Balkonda duran çuvaldaki patateslerden bir tanesini aldım ve
çocuğa fırlattım. Nereden geldiğini anlamadı kızancık ve güle oynaya
çalmaya devam etti. Bir tane daha attım, yine tık yok. Bir tane daha,
bir tane daha derken tenis topu büyüklüğündeki patateslerin çuvalının
yarısı boşalmıştı. Hava bulutluydu. "Aha, bugün yağmur yağacak!"
denilesi bir havaydı. Çocuk, gökten yağmur yerine patates yağmasını
doğal karşılamıştı anlaşılan.
Dayanamayıp
neredeyse, dört kilo patatesi fırlatmıştım. Öfkem bir nebze zayıfladı,
çünkü son patates tanesinden sonra olay mahallindeki iki çocuk, bunların
benim tarafımdan atıldığını görünce annelerine haber vermişti. Şimdi
sıkıntım 10'a belki de 100'e katlandı. Tüm, bunları site toplantısına
gitmeden önce yazıyorum. Biliyorum ki orada, çocuktan düdüğü alıp
babasına monteleyecektim. Gerçi iri cüsseli,pos bıyıklı ve asabi bir
adamdı, o yüzden tam tersi de olabilirdi.
Ertesi
gün, yani toplantı günü gelip çattı. Aklımda olacaklar hakkında o kadar
çok senaryo kurmuştum ki bir ara Woody Allen'ın elinden oscarlarını
alıp bana verseler yeriydi. O derece. O patatesleri atan, üstüne tavus
kuşu misali kadına diklenen kafamı zikim diyerek toplantı odasına doğru,
kendinden emin ama bir o kadar da altına sıçacak kıvamda yürümeye
başladım. 65 yaşındaki, soykırım yapmış, giyotinle idam edilecek adam
gibi ecel terleri döküyordum. O adam pişman değildir ama ben o senaryo
havuzunda yüzdüğüm süreç içersinde ziyadesiyle pişman olmuştum. Ama bunu
hissettirmemeli ve kendimden ödün vermemeliydim.
Toplantı
yine, o puslu, gri duvarlı, içerisinde beyaz Passat, mavi Accent ve
siyah Jetta olan otoparkta yapıldı. Açıkcası renkler "kasımpaşadan
yukarsındaydı" o an için. Düdüklü p.ç yine düdüklüydü. Toplantı odasına
annesi ve babasıyla geliyordu üstelik. Bu durumda yalnız olduğumda göre
p.ç olan bendim galiba. Ha bir de kısa boylu,koca göbekli tırsak
yöneticimiz de var. Dürüstçe söylemem bu 4'lünün yanında onu adamdan
saymıyordum da işte orta yolu bulduracak biri var "gibi" olsun diye
gelmişti.
Hava
yine bulutluydu. Parçalı bulutlu olmalıydı, yanlış hatırlamıyorsam.
Otoparktan görülemiyordu. Buradan çıkamayacağımı düşünerek iç geçirdim.
Bu iç geçirmeyle o çekirdek aile içeri girdi. Çocuğa düdük öttürürken ki
bakışımdan mıdır, patatesleri atarken yaşadığı o kaçıştan mıdır bilemem
ama çocuk beni görünce, babasının "Yeter hımına benim de kafam şişti
lan" bakışlarının yardımıyla da çocuk öttürmeyi kesti. Göt korkusu onu
da sarmıştı.
Her
neyse arabulucumuz Süper Mario Namık abi konuşmayı başlatan taraf oldu.
"Maruzatımı anlattım ve oradan güzelce ayrıldım" demeyi o kadar çok
isterdim ki. Ama hayat bu kadar açık, seçik ve toz pembe değil abilerim,
ablalarım, kardeşlerim. Maruzatımı anlatmıştım gerçi ama bu hıyar
ağızlının babasında bir gerginlik bir gerginlik. Sanki adamla, küçük
çocuklar gibi kendimizi odaya kapatmışız Hitchcock'un Physco (Sapık)
filmini izliyoruz. "Abi dedim, deveden büyük fil var tama..."
farkındayım diyecektim ki bu herif direk tokatı yapıştırdı bana.
Şimdi
asabisin, iri cüsselisin, 40lı yaşlardasın da bu anlık boşluğumdan
faydalanıp bana tokadı basarsan işin rengi değişir hacı. Ben, 11 yıl
Wushu eğitimini sokakta kedi kovalamak için almadım. Tokattan sonraki
süreç şu şekilde gitti; kendimi savunmaya çalışmam, kombine hareketlerle
kontra atağa çıkmam ve sonunda ağzına sıçmış olmam demeyelim de etkisiz
hale getirmiş olmam... Sonuçta ne yapmış olursa olsun, yanında karısı
ve çocuğu olan bir adamın gururu, hakettiğinden fazla kırılmaz.
Namık
abi o aralar ne bok yiyordu harbiden bilmiyordum. Bir ara kazan
dairesinden sesler duydum, demek ki oraya kaçmış tırsak. Olay bununla da
kalsa iyiydi. Bu iri cüsseli hanzo hırsını alamadı birkaç kişiyi
çağırdı bu olaydan sonra. Bir düdüklü p.ç nelere sebep oldu arkadaş ya.
Neyse çağırdı geldi iki kişi. İnanır mısınız bu hanzo'nun bu adamları
nerden çağırdığını anlamadım. Çünkü, ikisi de "hanzo" değildi. Olayları
anlattığımda sağolsunlar anlayış gösterdiler ve konu tatlıya bağlanmış
oldu bir nevi.
O
gün bugündür, o düdüklü çocuk, Okan'dan bir düdük sesi daha gelmedi.
Babasıyla da haftada bir-iki kez karşılaşır, selamlaşır, o günü yâd
edercesine bakışır ve yollarımızı ayırırız. Olaylar buraya gelmeseydi
de patatesleri atmadan, balkondan bağırdığımda kesseydi çocuk düdük
çalmayı. Tüm bu düşünceler içerisinde, bu gerçekleri buraya dökerken
beni şoke eden bir şey oldu. O ses geri döndü. Bu sefer kim bu diyerek
balkona çıktım ve mahalleye bugün taşınan 12 yaşlarındaki veledi gördüm.
Bu bir kabus olmalıydı diyerek, kulaklıkarımı taktım ve yazımı
sonlandırmak için var gücümle çabaladım.
3 yorum:
Teşekkürler. :)
Öğlen çayı tadında yazmışsın, keyif verdi. Eline sağlık.
Teşekkürler :)
Yorum Gönder