11 Temmuz 2012 Çarşamba

Düdüklü çocuk

Abartmıyorum bir gün, sabahın 10'undan beri sitemizdeki iki apartman boşluğu arasında 8-9 yaşlarındaki bir kızancık (!) düdük çalıyordu. Ses yankılanıyordu da. Öyle böyle değil. Yaz sıcaklarının en ummalı zamanlarındasınızdır, gece o kevaşe kan emici sinekten uyku tutmaz, sabaha kadar uyuyamazsınız. Ardından uyku tutar. Uykunuzun 3.saatinde, henüz REM uykunuzu bile tamamlayamamışken o kızan başlar düdüğünü, düdüüt düdüüüt diye çalmaya. (Çocuktur diyorum, kızan diyorum, p.ç demek istemiyorum, ancak yanımda olmalıydınız öfkemin gazabını yaşamak için.)

Malümunuz tatil günü. Laptopta takıl, kitap oku, yemek ye, sıç (lütfen kibar olmak adına tuvaletini "yap" gibi anlamsız kelimeler kullanmayın.), sonradan dışarı çağrılırsan olabilecek tüm buluşmaları "Olum sen manyak mısın? Götümden terler akıyor lan. Akşam kulüpte görüşürüz." diye günün geç saatlerine at... Rutin işler. Yazın ortasındasın canım benim, elden ne gelir? 

İşte böyle bir mevsimdeyken, o gün sadece 2 arkadaşınız ve bir de çevirdiği numarayı bilmeyip, telefonu açtığınızda "Saadettin Hoca'yla görüşecektim.Orada mı?" diye soran bir mal aramıştır. Hee ben imam Saadettin diyip telefonu kapatırsınız ve maç berabere giderken takımınızın 90+5'te yediği golün çaresizliğinden beter bir çaresizlik durumuyla, o düdükle baş başasınızdır artık. 

Kitap okusan konsantre olamıyorsun ve dolayısıyla da bir bok anlamıyorsun. Bırak öyle teknik terimli, ağır lügat içeren bir kitap okumayı, çerez dediğin, karikatür dergilerini bile okuyamıyorsun. Elindeki kitaba anlamsızca bakıyorsun sadece. O da sana bakıyor. İlişkiniz anlam kazanmaya başlıyor. Sanki yıllar yaşamışcasına dakikalarca boş boş bakıyorsunuz kitaba. Sonunda, "Sen benden daha iyilerine layıksın." diyip kitabı masanıza koyuyorsunuz ve o p.ç hâlâ düdüğünü çalmaya devam ediyor, zafer kazanmışcasına. Ama o sadece bir "çocuk" değil mi? Ne çocuğu be, ne çocuğu! Eğer final-bütünleme zamanlarımda denk gelseydi, katil olabilirdim.

"Çok oldu ama ha!" diyorsunuz ve anneniz evdeyken durumu anlatıyorsunuz kendisine. İçi buruk bir sesle, "O çocuk daha evladım, sen neler neler yapardın hatırlamaz mısın?" diyerek başlıyor, beni geçmişime götüren konuşmaya... 

"Daha 7 yaşında vardın yoktun.İlk defa piyano eğitimi alacağın seneydi hani. Org almıştık eve. Hatta dur org'a geçmeden flüt'ü anlatıyım. (Kafa sallarım.) İşte o zaman sen ikinci sınıftaydın. (Evet, okumaya 5.5 yaşımda başladım.) Kırtasiyeci Hüsnü amcandan flüt almıştık sana. İlk aldığın günü hiç unutmam. Neredeyse mahalleyi ayaklandırmıştın. Anlamsız şeyler çalardın hep. Ama görüyorum ki şimdi tebessümle karşılıyorsun. Biliyorum, biliyorum severek çalardın. Tabi, ilk başlarda çaldıklarının kulak tırmalayıcı olduğunu bilmeden...Sonracığıma org almıştık hani birkaç ay sonra. Samanyolu'nu kendin öğrenene kadar kaç tutam saç gitti bizden biliyor musun?
"Anne yapma ya, seviyorsunuz sanıyorum."
"Bir laf var hani; hamileyi doğan bebeğinden dolayı tebrik ederler ama hiç sormazlar 'Kaç kere...(annemden öhö öhö sesleri)?' diye. Senin durumla aynıydı yani işte."

Bunlar beni tatmin etmedi tabi. Laptopun başına döndüm, içimden söve söve. Elime geçirirsem ağzına edecek kıvama getirmişti beni, küçücük velet. Ama bir şey de yapmıyordum, yapamıyordum. Sonunda çocuktu. Bir çocuğun mutsuzluğundansa ölmeyi bile yeğlerim demişti, ünlü bir şair. Bok yeğlersin. Balkonda duran çuvaldaki patateslerden bir tanesini aldım ve çocuğa fırlattım. Nereden geldiğini anlamadı kızancık ve güle oynaya çalmaya devam etti. Bir tane daha attım, yine tık yok. Bir tane daha, bir tane daha derken tenis topu büyüklüğündeki patateslerin çuvalının yarısı boşalmıştı. Hava bulutluydu. "Aha, bugün yağmur yağacak!" denilesi bir havaydı. Çocuk, gökten yağmur yerine patates yağmasını doğal karşılamıştı anlaşılan. 

Dayanamayıp neredeyse, dört kilo patatesi fırlatmıştım. Öfkem bir nebze zayıfladı, çünkü son patates tanesinden sonra olay mahallindeki iki çocuk, bunların benim tarafımdan atıldığını görünce annelerine haber vermişti. Şimdi sıkıntım 10'a belki de 100'e katlandı. Tüm, bunları site toplantısına gitmeden önce yazıyorum. Biliyorum ki orada, çocuktan düdüğü alıp babasına monteleyecektim. Gerçi iri cüsseli,pos bıyıklı ve asabi bir adamdı, o yüzden tam tersi de olabilirdi.
Ertesi gün, yani toplantı günü gelip çattı. Aklımda olacaklar hakkında o kadar çok senaryo kurmuştum ki bir ara Woody Allen'ın elinden oscarlarını alıp bana verseler yeriydi. O derece. O patatesleri atan, üstüne tavus kuşu misali kadına diklenen kafamı zikim diyerek toplantı odasına doğru, kendinden emin ama bir o kadar da altına sıçacak kıvamda yürümeye başladım. 65 yaşındaki, soykırım yapmış, giyotinle idam edilecek adam gibi ecel terleri döküyordum. O adam pişman değildir ama ben o senaryo havuzunda yüzdüğüm süreç içersinde ziyadesiyle pişman olmuştum. Ama bunu hissettirmemeli ve kendimden ödün vermemeliydim.

Toplantı yine, o puslu, gri duvarlı, içerisinde beyaz Passat, mavi Accent ve siyah Jetta olan otoparkta yapıldı. Açıkcası renkler "kasımpaşadan yukarsındaydı" o an için. Düdüklü p.ç yine düdüklüydü. Toplantı odasına annesi ve babasıyla geliyordu üstelik. Bu durumda yalnız olduğumda göre p.ç olan bendim galiba. Ha bir de kısa boylu,koca göbekli tırsak yöneticimiz de var. Dürüstçe söylemem bu 4'lünün yanında onu adamdan saymıyordum da işte orta yolu bulduracak biri var "gibi" olsun diye gelmişti. 

Hava yine bulutluydu. Parçalı bulutlu olmalıydı, yanlış hatırlamıyorsam. Otoparktan görülemiyordu. Buradan çıkamayacağımı düşünerek iç geçirdim. Bu iç geçirmeyle o çekirdek aile içeri girdi. Çocuğa düdük öttürürken ki bakışımdan mıdır, patatesleri atarken yaşadığı o kaçıştan mıdır bilemem ama çocuk beni görünce, babasının "Yeter hımına benim de kafam şişti lan" bakışlarının yardımıyla da çocuk öttürmeyi kesti. Göt korkusu onu da sarmıştı.

Her neyse arabulucumuz Süper Mario Namık abi konuşmayı başlatan taraf oldu. "Maruzatımı anlattım ve oradan güzelce ayrıldım" demeyi o kadar çok isterdim ki. Ama hayat bu kadar açık, seçik ve toz pembe değil abilerim, ablalarım, kardeşlerim. Maruzatımı anlatmıştım gerçi ama bu hıyar ağızlının babasında bir gerginlik bir gerginlik. Sanki adamla, küçük çocuklar gibi kendimizi odaya kapatmışız Hitchcock'un Physco (Sapık) filmini izliyoruz. "Abi dedim, deveden büyük fil var tama..." farkındayım diyecektim ki bu herif direk tokatı yapıştırdı bana.
Şimdi asabisin, iri cüsselisin, 40lı yaşlardasın da bu anlık boşluğumdan faydalanıp bana tokadı basarsan işin rengi değişir hacı. Ben, 11 yıl Wushu eğitimini sokakta kedi kovalamak için almadım. Tokattan sonraki süreç şu şekilde gitti; kendimi savunmaya çalışmam, kombine hareketlerle kontra atağa çıkmam ve sonunda ağzına sıçmış olmam demeyelim de etkisiz hale getirmiş olmam... Sonuçta ne yapmış olursa olsun, yanında karısı ve çocuğu olan bir adamın gururu, hakettiğinden fazla kırılmaz.
Namık abi o aralar ne bok yiyordu harbiden bilmiyordum. Bir ara kazan dairesinden sesler duydum, demek ki oraya kaçmış tırsak. Olay bununla da kalsa iyiydi. Bu iri cüsseli hanzo hırsını alamadı birkaç kişiyi çağırdı bu  olaydan sonra. Bir düdüklü p.ç nelere sebep oldu arkadaş ya. Neyse çağırdı geldi iki kişi. İnanır mısınız bu hanzo'nun bu adamları nerden çağırdığını anlamadım. Çünkü, ikisi de "hanzo" değildi. Olayları anlattığımda sağolsunlar anlayış gösterdiler ve konu tatlıya bağlanmış oldu bir nevi.

O gün bugündür, o düdüklü çocuk, Okan'dan bir düdük sesi daha gelmedi. Babasıyla da haftada bir-iki kez karşılaşır, selamlaşır, o günü yâd edercesine bakışır ve yollarımızı ayırırız. Olaylar buraya gelmeseydi de patatesleri atmadan, balkondan bağırdığımda kesseydi çocuk düdük çalmayı. Tüm bu düşünceler içerisinde, bu gerçekleri buraya dökerken beni şoke eden bir şey oldu. O ses geri döndü. Bu sefer kim bu diyerek balkona çıktım ve mahalleye bugün taşınan 12 yaşlarındaki veledi gördüm. Bu bir kabus olmalıydı diyerek, kulaklıkarımı taktım ve yazımı sonlandırmak için var gücümle çabaladım.

3 yorum:

olizvel dedi ki...

Teşekkürler. :)

Unknown dedi ki...

Öğlen çayı tadında yazmışsın, keyif verdi. Eline sağlık.

olizvel dedi ki...

Teşekkürler :)