4 Ekim 2012 Perşembe

Hayat sevmeden güzel değil mi yani?

Bunu yıllardır sorarım kendime. İster sevgili anlamında, isterse insani boyutta olsun, her ilişki öncesi, her ilişki sonrası ve her tanıdığım insanda düşünürüm bu soruyu. Ne olacak ki sevmezsek? Somurtalım suratımızı, en ekşisinden limon yemişçesine, kapayalım kalplerimizi en hasar görmüş hallicesine... Ne kaybederiz yani? Açıkcası iki türlü de hayatı tattım. Ya seversiniz ya sevmezsiniz. Şundan bahsetmiyorum; "ya benim çok yakın bir arkadaşım var misal Beyza olsun adı. Sırdaşımdır, çok yakın arkadaşımdır ama bazen gıcık ve kevaşe gibi davranır biliyor musun, işte ondan dolayı sevmem onu..." Bu her insanda olan iyi-kötü mukayesesi. Bambaşka konu. Yin ile Yang mevzusu diyeyim. Bizim konumuza dönersek, tamamıyla sevgiden bağımsız olarak yaşayabilir miyiz? Severseniz, anlayış, olgunluk, empati-sempati, kibarlık, davranışlara-sözlere karşındakini kırmayacak şekilde dikkat etme vs. olacaktır. Şayet sevmezseniz, tam zıttı. İnanın ben bunu 1 gün sürdürebildim. 2.günü göremedim. Hayatım o kadar berbat bir hale girdi ki, toparlamam uzun sürmüştü. Çünkü tecrübe etmeliydim. Çünkü seçimlerim de hatalarım da benim olmalıydı. Oldu da... Eğer, bir kere hayatın nötr dengesini bozarsanız, bu hayat sizi çarpar. Bildiğin yıldırım gibi düşer tepenize. Parçalarınızı toplamayı bırakın, bulamazsınız bile. Aşık olamazsınız. Gülün kokusunu derin derin içinize çekip, hissedemezsiniz. Bir insana dokunduğunuzda tüm acılarını anlayamazsınız. Kalbinin derinliklerindeki öfkeyi bilemezsiniz. Bir insanın gözüne baktığınızda, çektiği sıkıntıları gizlemek için neleri feda ettiğini, kendisini nasıl zorladığını anlayamazsınız. Kışın ortasında, ansızın çıkan güneşin, size aslında umudu temsil ettiğini anlayamazsınız. Uzaklarda sizin ve ailenizin refahı için, sınırları-bölgeleri koruyan o askerlerin kayıplarını yüreğinizde hissedemezsiniz. Doğuştan işitme engelli olup, biyonik kulak(coclear implant) ile annesinin sesini ilk defa duyan bir bebeğin o sevincini kalbinizde hissedemezsiniz. Binlerce hektarlık ormanın yandığını TV'den gören çocuğun, biriktirdiği haftalık harçlıklarla aldığı fidanı alıp boş bir araziye dikmesindeki o sevinci yaşayamazsınız. İnanın, beni karşınıza alın şurada elimin gitmediği ve aklımdaki nicelerini anlatayım size. Sevmek. Basit bir kavram gibi geliyor değil mi? Sevmemek? Söylemesi bile daha uzun. Bak iki harf daha fazla söylüyorsun Ne diye yorasın ki kendini? :) N'olur git sevdiğinle Kapadokya'ya gün batışını balondan izle ve aşkı yaşayın. Git aralarından geçtiğiniz sokak çocuklarından topu al ve bir anlık da olsa atraksiyon yaşa. Çılgınlık sende! Sınır-sızlık sende! "An" sende! Sevgi, empati, duyarlılık, HAYAT sende! Tüm bunları yapamıyorsun musun? Neden? Hangi bahane seni mahrum kılabilir ki sevmekten....

1 Ekim 2012 Pazartesi

Her kademede sığır çok. Açık ve net.

Erkek, kız. Bayan. Türk, Kürt, Çerkez, Azeri. Müslüman, hristiyan. Öğrenci, esnaf. Memur, simitçi, doktor! At yarışı oynayan, iddaa oynayan. Kız kaçıran, adam döven. Her cinsten, her gruptan... Bizim topraklarımızda sığır o kadar çok ki, tüm kategorilere bulaşmış durumdalar. Kendileri sanki Gladyo'nun, Mossa'dın, Ergenekon hareketinin sığırdan oluşma versiyonu. İyi de sığır ne ki? Erkeklerde olmuyor mu? Kızları niye yazdık? Baştan söylüyorum "% 100" ifadesi yok hiçbir teorilerimde. Yani kızlar sığırdır, dediğim zaman alınmayacaksınız saçma sapan triplerle. Haa, alınıyorsanız, BANANE? Önce bir kendimize çekidüzen verelim. Sonradan tanımlayalım şu sığırı. Ekşi'de "kafası basmayan ve ahmaklık misyonuna üye, boynuzsuz, iki ayaklı ve selülozu sindiremeyen canlı türü",  uludağ'da  otobanda sol şeritte 30'la gidenler var ki bunlara da otoban sığırı denmekte  ve  bir kadının yüzüne değil götüne bakarak içlenen hayvanların ortak adı. denilerek açıklanmış. Bakın birden fazla yer-zaman-meslek ve birden fazla tanım var. Bunları bulmam 20 saniyemi aldı. Nicesi dünya üzerinde var. Kafanızı kaldırın bakın.
Demin facebook'ta gördüğüm bir resmi paylaşayım.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Doğum günü'm adına...

23'e de bastık öyle mi... Bana sorarsanız ben bile bu sürecin nasıl işlediğinin farkında değilim. Sorsanız hâlâ 18'im 19'um.. Belki daha büyük hissettiğim zamanlar da oldu, belki daha küçük. Ben daima an'ıma baktım. Bu sene benim için birkaç kötü haber eşliğinde geçti desem yalan olmaz -annemin kanseri, benim daha da "gerileyen" işitme sıkıntım-durumum, saatlerini beraber harcadığın, adam bildiğin insanların sana bu dönemde sırt dönmesi, ve 1-2 mevzu daha... Haa bunların yanında, çok da güzel şeyler yaşadım, keşfettim tabii. Hayatın nötr dengesi de bu değil midir zaten? Vefası da, cefası da bize. Ne kadar anlamlı yaşayabilirsek o kadar güzel. Doğum günü konusuna dönersek, kimi ziyaretime gelerek, kimi smslerle, kimi aramalarla, kimisi mail-facebook mesajlarıyla kimisi de duvardan kutladı. Sağolsunlar, varolsunlar. Tüm bu araçlardan birini kullanmaya bile tenezzül etmeyenlere de buradan afilli tebriklerimi iletiyorum. Siz de sağolun lan ;) Her neyse, Saat 4'e kadar kapalı olan duvar'dan dolayı, gelen maillerden biriyle, kısa, kimi zaman hüsran, kimi zaman sevinç, kimi zaman yalnızlıkla kimi zaman gerçekten dost bildiğim her hallerimizle birbirimize arka çıktığımız insanlarla geçirdiğim, hastalıklarla geçen-geçmekte olan, ölene kadar belli başlı prensipleri koruyacağım hayatımı özetleyeceğim...

"doğum günün kutlu olsun kardeşim. her insan bir cevherdir. bir gün mutlaka kendisi, çevresi ve insanlık için önemli işler yapacak potansiyeli barındırır içinde. o potansiyelin ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. umarım bu sene içindeki potansiyeli ortaya çıkarmak için güzel fırsatlar yakalarsın.

725,869,501 saniyedir
12,097,825 dakikadır
201,630 saattir
8,401 gündür
1,200 haftadır
280 aydır
23 yıldır hayattasın.

sana daha nice mutlu yıllar ve ömür boyu huzurlu, stressiz ve mutlu bir yaşam diliyorum."

Umarım hayatımız sadece bu değersiz sayılardan ibaret olmaz. Umarım şimdiki şeklinde olduğu gibi, her anı anlamlı yaşayabiliriz. Umarım hayatlarımıza anlam katan şeylerin farkında olur ve onları kaybetmemek için savaşırız. Ailemizi. Dostlarımızı. Sevgilimizi, eşimizi. İşimizi. Ya da hedeflerimizi. Artık hayatımıza ne anlam katıyorsa... 23. yıl, belki de son gördüğüm olabilecek doğumgünü dileğim budur. Hayatımızı anlamlı kılan her şey için, içimizde daima savaşma gücü olması. Tabi ki hep beraber :)

12 Ağustos 2012 Pazar

En hoşuma giden gerilla reklamları (guerrilla marketing)

Her şeyden önce, usta nedir bu guerrilla marketing? (Onlarca çarpıcı resim var konuda, kaçırmayın.)

Bu pazarlama stratejisinde asıl amaç, beklenmedik ataklarla, cesur hareketlerle rakibi demoralize etmek, sürekli rakibi yoklayarak bir açığını bulmaya çalışmaktır. Çoğu farkedilemez reklamların. Siz "Aa çok çarpıcı!" diyene kadar, ürün bilinçaltınızda yerini alır. Bazıları hemen farkedilebilir, bazıları ise dakikalar sonra.
Rakiplerin çok güçlü olması da problem değildir, örneğin premium sınıfta bulunan (nike, redbull, pringles vb.) ve pazarın en kalitelisi, en üstün markası olarak algılanan pahalı ürünlere sahip bir firmaya karşı, piyasaya daha da pahalı ürünler çıkararak meydan okunabilir. Tabi gerilla pazarlama'yı dönem dönem kullanan firmalar arasında nike, benetton, lipton, puma, pringles ve birçoğu da vardır.  
 Mesela Trabzon'da mavi jeans'in yanına aynı tip karakterlerle bordo yazıp, giyim mağazası açan adamın yaptığı pazarlama şeklidir.

Ve sıra çarpıcı resimlerde. Ee, görsel "can"landırma "can"dır. (Tıklanarak büyüyebilirler.)


*True Blood, ABD'de çekilen, ana temada "vampirlerin hayatını" konu alan dizidir. Oldukça +18'dir.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Tarzımız ne bizim?

Bugün şu fotoğrafı görünce içimden yazmak geldi.


Ben böyle tarza işerim hacı.

 
Bir tarza gireceğim, veya yeni bir tarz yaratacağım diye şekilden şekile girmeyin beyler. Bu yaz sıcağında, tişört+yün süveter+ceket, altına kalın pantolon giyip de neyi amaçlıyorsunuz ki? Sadece bu arkadaşta değil, çoğu kişide görmekteyim malesef. "Para yok  hacı." boktan bir mazaret biliyorsunuz ki. Çünkü, bir şekilde giyiminize ayırabilirsiniz parayı. Pazarda farketmediğiniz muhteşem şeyler var. Sadece bir saat ayırıp, cüzî bir miktarla yırtabilirsiniz. Ki resimdeki kadar para verip de,

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Bu dünyada yaşanılmaz(mış)

“Allah bana sarılsın, ihtiyacım var.” diyen insan bence; hayatındaki dibi görmüş insandır. Ve eğer olur da yılmazsa, her acının bir güzelliğe sahip olduğunu öğrenecektir. Ben yaşadım biliyorum çünkü. Yalnız kaldım, dışlandım, ailemde çok kötü, ağır ve kalıcı hastalıklar yaşandı, ölen yakınlarım oldu, büyük kazalar ve saysam yetmeyecek sıkıntılar yaşadım. Bunların bazılarını aynı zamanda yaşadığım da oldu. Ajitasyon yapmam, nefret ederim ama bunların bir şekilde söylenmesi gerek ve inanın bana bundan daha saf ve temiz bir şekilde aktarılamaz. Benim bir zamanlar sıkıntı olarak gördüğüm, bir yaşadığımdan örnek olarak vereyim; küçük bir kaza sonucunda elimdeki iki tendon koptuğu zaman, kolsuz bir adamın bu olayı nimet bellediğine şahit oldum. O an, dünyam karardı. O an, dönüm noktamı yaşadım. Hem de öyle “ışığı gördüüüm” safsataları olmadan. içimden dedim ki “Allah sabredenle beraberdir.” Beş vakit namaz kılan bir insan değilimdir, Allah affettsin. Fırsat bulursam arada bir Cumaya giderim. Ama bu inancımla gurur duyarım. Bir başka örnek vermem gerekirse, işitme cihazı taktığım zamanlarda bazı şeyleri duyamamayı o kadar dert etmiştim ki, Metroda yanıma oturan, marmara depremi yüzünden, yaklaşık “13” yıldır, %100 görme engelli olan, belki de hayatında bir daha güneşin doğuşunu ve ilkbahardaki o serin yağmurun ardından çıkacak gökkuşağını göremeyecek birinin, benim derdime nimet dediğini ancak idrak edebilmiştim. Bakın “Sizlerden daha kötüleri var bak haa, şükredeceksiniz lan!” diye tehditkâr bir biçimde söylemiyorum bunları. Gerçekler acıtır. Kıymetini bilin bir şeyleri kaybetmeden. Biz insanız nankör varlıklarız. Hadi ama! Yapın özeleştirinizi! Kaçımız farkında oluyor gerçekten sahip olduklarımızın? inanın bana, ergenliğim boyunca hep sahip olamadıklarımdan yakındım. Hayallerim vardı ve hâlâ var. Şayet, benim gibi hayatınızın dibini görmemiş biriyseniz bile korkacak bir şey yok. Tecrübe dediğimiz şey, bir şeyi elde edemediğimizde, başaramadığımızda veya kaybettiğimizde elde ettiğimiz birikimlerdir. Bizi biz yapar. Sonuçta bu anlattıklarım ve diğer tüm yaşadıklarım beni ben yaptı, tüm bunları yazabilmemi sağladı. Anlatımı, özlü bir sözle güçlendirme yöntemi vardır. Mevlana, ne kadar güzel demiş; “Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde sakın pes etme, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır.” Anı yaşayın, çok mu zor ?! Carpe Diem!

Olmuyor, olmuyor, olmuyor!


Adam, bu fotoğrafını gördükten sonra, dün 4.cü kattan kendini attı. Şans o ki, yatak sevkiyatı yapılırken yatağın üstüne düşerek kurtuldu. Utancından hastanede zehir içti. Midesi yıkandı ve o da ne bir parça bulundu vücudunda. Kanser. Henüz birinci aşama. Adam ne yapacağını şaşırmış durumda. Artık bu andan itibaren "ulan kendimi elektrikli sandalyeye bağlasam, elektrik santrali patlar be" diyerek sineye çekmeye karar verdi. Birkaç ay sonra, tamamen iyileşince, yeni yeni maceralara yelken açmak adına hastaneden ayrıldı.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Düdüklü çocuk

Abartmıyorum bir gün, sabahın 10'undan beri sitemizdeki iki apartman boşluğu arasında 8-9 yaşlarındaki bir kızancık (!) düdük çalıyordu. Ses yankılanıyordu da. Öyle böyle değil. Yaz sıcaklarının en ummalı zamanlarındasınızdır, gece o kevaşe kan emici sinekten uyku tutmaz, sabaha kadar uyuyamazsınız. Ardından uyku tutar. Uykunuzun 3.saatinde, henüz REM uykunuzu bile tamamlayamamışken o kızan başlar düdüğünü, düdüüt düdüüüt diye çalmaya. (Çocuktur diyorum, kızan diyorum, p.ç demek istemiyorum, ancak yanımda olmalıydınız öfkemin gazabını yaşamak için.)

Nuri abi

Bizim kampüse, işte vay efendim "geleceğinizi şekillendirin" filan fistan diye konuşma yapmaya bi adam gelmişti. Yaklaşık 1000 katılımcı vardı konferansta. Her katılımcıya sertifika veriliyordu. Şimdi sunum yapanın adını bile hatırlamıyorum ama bir kadın ismiydi, adamınki.

Her neyse, işte sırf "utancınızı yenin, hata yaptığınızda en fazla ne kadar rezil olabilirsiniz ki" diye yapmamız için -başka semtte yapın demişti- bir öneride bulundu sunucu. Örnek olarak açıkladı; bir eczaneye girip, ciddi ciddi bir kilo kıyma istediğimizi söylemek. Bunun gibi antun kuntin bir şey yapacaktık. Yüzümüz kızaracaktı.

Biz, 3 arkadaş, oturduk bunu şekillendirelim dedik. Enine boyuna düşündük ve bizim öğrenci evinin ordaki kasap Nuri amcadan 2 musil ilacı almaya karar verdik. ee yaratıcı gençlerdik. (olay gününe geçiyorum direk, arada kalan; odalarımızda ozbir çekmeler, duş almalar, kahvaltılar filan, bunları es geçiyorum.)

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Friend zone erkeği olmak

Aslında %99'u bir erkeğe, %1' i ise bir kıza söylenmiş bir sözdür; ben seni arkadaş olarak görüyorum. Friend zonelik de tam anlamıyla budur. Hadi ama ister cin göz olalım ister olmayalım hayatımızda bir kere bile olsa, göz göre göre veya bize hissettirilmeden friendzone'a atılmış olabiliriz.P*ç diye tabir edilen, nazikçesi fırlama olan bir tip bile olsanız bu alana düşersiniz. O yüzden ben nerede hata yapıyorum diyerek kendinizi üzmenize gerek yok. Tabii, bu alandan bir şekilde çıkamazsanız hoşlandığınız kızın düğününe gider, bi güzel oynar, göbek atar sonra da çeyrek altınınızı takıp evinize dönersiniz.

Ben bu friendzone'ye düşme olayını,sadece bir kere lise 2'deyken, aşırı ineklik dönemimde -tabii takribi senelerde de başarılıydım- yaşamıştım. Etkisinden, hayal kırıklığından çıkmam kısa sürmüştü tabi, hemcinslermin bazılarının üzüntüden dolayı aylarca kıvrandığını düşünürsek. Ama kız, çok güzeldi be o zaman. Gerçi şimdilerde aranıyor sinsi sinsi. Mesele de bu işte. O değişim... Her neyse friendzone'a dönecek olursak, herkesin başına gelmesi doğaldır. Çaktırmadan taktik isteyebilirsiniz,bir şekilde ulaşın bana.


Nihayetinde herkes kazık yemiştir



Tabi ki kazıktan kastım bu değil.Mecazi anlam.Bu başlığı atmama bir arkadaşım -afili yalnız Ömer- vesile oldu. Etrafta bu konu hakkında, ben hayatımda kazık yemedim, benim başıma hiiiç öyle şeyler gelmez, türünden söylentiler var. Hayatında bir şekilde kazık yememiş insan yok desem yeridir."var ulan buradayım!" diyen elini ceplerine soksun, geçmiş denizlerinde birazcık yüzsün ve vicdanıyla tekrar cevap versin. Bakalım diyebiliyor mu, ben kazık yemedim lan atıyorsunuz, diye.

8 Temmuz 2012 Pazar

Anlatılmaz, yaşanır...

 
 Bugün yaşadığım bir hadiseyi anlatarak, derdimi en iyi şekilde aktarmaya çalışacağım.Yine güneşli, bir tarafımdan terler akıtan bir gündü. Ben diyeyim hava 40 derece siz diyin 42 derece. Rutin olarak yaptığım yürüyüşten eve dönerken, kalabalık yerlerden değil de daha tenha bir kısımdan geçeyim dedim.Etrafta nadiren gördüğüm 3-4 insan var yok.Nereden bilebilirdim ki bu hadiseyi yaşayacağımı. Toplamda 4 şeritli,henüz asfaltı dökülmemiş yolun ortasındaki boşluğundan yürüyorum "Heyttt, kendimi çöllere vurdum ulaaan!" babında.

24 Haziran 2012 Pazar

Justin Bieber dinleyen ağaçkakan'ın dramı ,Bölüm:1

 
Ben farklıyım.Gagam var diye mi? Peh tabi ki hayır ama gerçekten öyle.Herkes farklıyım diye ortalıkta artistlik yapar fakat tüm gün boyunca yaptıkları şeyler aynıdır; kafalarını kanatlarının arasına sıkıştırıp uyurlar,günün büyük ateş topundan gelen ilk ışıklarıyla uyanıp ağaçlardan topladıkları tırtıl veya böceklerle beslenirler,işine yaramadıklarını çıkartırlar ve tekrar uyurlardı.Farklılık bunun neresindeydi? Bana gelince mesele şu ki farklı olduğum için kafası üçgen şeklinde ve kırmızı tüylü İmparator ağaçkakanımız Sinan dahil tuhaf bir şekilde herkes tarafından popüler görülen bir ağaçkakandım.Saygı gösterirlerdi.Ta ki o gün ve o günkü olaylar yaşanana dek.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Diet pepsi'yi tatmış penguen'in ızdırabı ,Bölüm:1



Günlerim çok tatsız geçiyor ya.Çevrem hep aynı varlıklarla dolu bıktım ben de yani; hijyenlik anlayışından grupça şüphe duyduğumuz ancak bunu dile getirmekten epeyce çekindiğimiz aşçı başımız sümüklü Eşref abi,tepedeki buzdan masalar için dantel ören,Sindrella'nın 21.yüzyıl için yükseltilmiş versiyonu olan Aysel,grubumuzun vurdu-kırdısı,lider ruhlusu,en iri cüsselisi,çapkını ve bir o kadar da en tipsizi Hikmet ve tabiki güzelliği sadece bizim grupça takdir edilmekle kalmayan,tüm kolonilerce takdir edilen Betül.
Ben mi?

21 Haziran 2012 Perşembe

İslami koşullara göre ekilmiş, "mümîn domates" gelmiştir.

:):):):):) Şu yazıyı gülücükle doldurmak isterdim! İnanın bana.:D Mısır’da radikal İslamcı bir grup, domatesin Hıristiyan olduğunu ve Müslümanlar için haram olduğunu söylemiş.İlanda aha şurada facebook sayfalarındaki bir iletide mevcut;(domatese dikkat!)


Bunu bulan adamın günlüğünden çalınan bir kısmı paylaşıyorum;


".....Sabah yeni uyanmıştım.Etrafta araba sesleri,kuş cıvıldamaları,hamam böceğinin burnunu kaşıması ve tabiki tuvaletin bozuk sifonundan akan damla damla su sesleri vardı.Hep niye beni buluyorlardı? Yok muydu bu seslerin başka gideceği yer?

"Ohaa!" dedirten gerçekler!

Bilinçaltı çok kapsamlı bir konu.Fazla irdelemeyeceğim ama geçenki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi; farkındalığımızı arttırmanın gereksinimlerini apaçık ortaya serecek fotoğraflar paylaşacağım.İşaret edilen kısımların hiçbir yerinde oynama yoktur.İnternet üzerinden orjinallerinde de görebilirsiniz...

 Acayip Acayip hikayeler dönüyor aga! Biri seks mi dedi? Tövbe! -Dı dı dııt sansüür! Yetiş RTÜK!

 

Medya'ya dikkat!

Önemli olayların ve suni gündemlerin yaşandığı şu günlerde ve hatta 6.his midir alışkanlık mıdır nedir bilemem ama büyük olayların yaşanacağı şu günlerde medyaya pek kulak asmamanızı tavsiye ederim.Hatta birkaç çizimle ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim diye düşünüyorum.Mantık çerçevesi içerisinde etrafınızdaki olayları iyi süzmenizi düşünün de derim...


Twilight Breaking Dawn: Part 2

Part 2'nin trailer'ıyla başlayalım...


Söylemeden edemeyeceğim,birçoğunuz gibi ben de serinin kitaplarını okumadım ve Twilight serisinin kitaplarının da Harry Potter,True Blood,The Vampire Diaries gibi yapımlarda da sıklıkla karşılaştığım gibi "kitapla alakasız takılma,kitaptan uzaklaşma" özentisi içersinde olduğunu duymuş ve derin hayal kırıklığı ve üzüntümle D&r'da rafa geri bırakmıştım Twilight serisindeki her bir kitabı...Hey okuyanlar size sesleniyorum! Neyse okumuşsunuzdur zaten,en azından sağa sola spoiler vermeyin! (Bu noktada Lord of the rings'e ne kadar hayran olduğumu tekrardan hatırladım...ahh..ah!)

20 Haziran 2012 Çarşamba

Üzgün olmayı öğrenerek mutluluğu katlamak

 Geçen aylarda öğrendiğim ve hayatımda gerçekten çok etkili olan bir yöntemden bahsedeceğim.Mutlu olmanın ana bileşeninin, olumsuz duygularımızı -üzüntü, korku, öfke, endişe, suçluluk, üzüntü, hayal kırıklığı ve bizi tiksindiren diğer tüm duygular- nasıl yöneteceğimizi öğrenmekten geçtiğini biliyor muydunuz? Ha,şu konuda açık olayım; olumsuz duygularımızı "yönetmek" derken tabii ki şunu kastetmiyorum "yaşadıklarınıza kayıtsız kalın böylelikle herşey sanki güllük gülistanlıkmış,toz pembeymiş de bir tür-sahte,plastik- mutluluk yaşayabilesiniz."


27 Mayıs 2012 Pazar

Madalyonun diğer yüzü: Domino etkisi

Bu konuya,bir önceki yazıma ( "İçimizde yarattığımız karanlık" ) göre daha çok mantık çerçevesinde ve gerçek olaylarla yaklaşacağım.Tercihlerimizin bizleri götürdüğü yerlere daha gerçekçi bakmanın insanlığa daha çok yardımcı olacağı kanaatindeyim.


6 Mayıs 2012 Pazar

İçimizde yarattığımız karanlık


İçimizdeki karanlık diye başlık atınca aklınıza iyiyle kötütün,bazen iyinin içindeki karanlığı şaha  kalkıp kötüye geçmesi gibi "kapışmaları" içeren bir filmi veyahut diziyi anlatacağımı felan düşünmeyin.Tamamıyla özgün abicim bu yazı da.Gecenin 3'ünde,en zifiri karanlığa yaklaşırken  -şafak sökmeden önceki anlar yani- aklımdan karanlık geçti ve bunun hakkında yazmak  istedim.Manyakça değil mi birazcık? Her neyse,işin aslı biliyor  musunuz ben  karanlıktan  nefret ederim.Neden mi?  Şunu bi' düşünün beni anlamaya başlayacaksınız...Kendinizi dışarda,zifiri karanlıkta yürürken hayal edin.Çok sinir bozucu gelmiyor mu size de? Bilinmezliğe doğru gidersiniz.Ufaktan korku da salgılamaya başlarsınız vücudunuzda; elleriniz sabit duramaz,inanın bana duramaz! Çünkü o  kadar çok korkmuşsunuzdur ki,kötülüğün ve sıkıntıların nereden ve ne şekilde geleceğini göremezsiniz,hatta tahmin bile edemezsiniz!

28 Nisan 2012 Cumartesi

Aşk nedir ?



Bugünkü yazımı  Touch adlı dizinin ilk sezonundaki 7.bölümünden aldığım ilhamla yazıyorum...Bölüm hakkında kısaca ön bilgi vermek gerekirse,bölümde kapalı bir üslupla bir insanın aşk için yapabileceklerinin sınırı anlatılıyor,bölümdeki onca gizemli ve sıradışı konunun arasında.Gerçekten aşk'a inanıyor musunuz? Var mıdır sizce böyle birşey? Sizce aşk,hayatınız yolunda gittiğinde size bir çelme takan eylem midir,yoksa hayatınız tepetaklak giderken sizi bir düzlüğe çıkaran eylem midir? 

30 Mart 2012 Cuma

"İşsiz"

Uzun bir aradan sonra merhaba :) Adalet adlı kitabımı hızla yazmaya devam ederken,bir taraftan okulum,diğer taraftan diğer işlerim neticesinde yeni yazılarımı ekleyemedim :) Hem tekrar kanımızın kaynaması amacıyla hem de farklı olacağını düşündüğüm için "İşsiz" adlı hikayeyi paylaşacağım bugün.Diğer yazılarımda görüşmek üzere.

İşsiz


İşsizin biri, temizlik işleri için Microsoft'a başvurur. İnsan Kaynakları, bir ön görüşmenin ardından test (yeri temizlemek) yaparlar ve "işe alındın, e-mail adresini ver, sana başvuru formunu göndereyim, aynı zamanda, işe başlamak için geleceğin günü bildiririm" der.

Adam çaresiz, bilgisayarının ve dolayısı ile e-mail adresinin olmadığını söyler. İnsan Kaynaklarından, onun adına üzüldüklerini, fakat e-mail'i yoksa kendisinin de var olmadığını ve kendisi de olmadığı için işe alınamayacağını söylerler.

Adam umutsuzca, ne yapacağını bilmeden, cebinde sadece 10$ ile çıkar. Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır. Kapı kapı dolaşarak, 2 saat içersinde sermayesini ikiye katlar.

İşlemi bir kaç kez daha tekrar eder ve akşam eve döndüğünde 60$'i vardır. Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar, her sabah erkenden evinden çıkar ve aksam geç saatlere kadar çalışır ve her gün parasını üçe, dörde katlar.

Az bir zaman sonra, bir el arabası alır, bunu bir kamyonla değiştirir ve bir süre sonra artık, bir çok araçtan oluşan bir nakliye şirketi sahibidir.

5 sene geçer, adamımız Birleşik Devletlerin en büyük gıda nakliye şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık. Artık ailesini ve geleceğini düşünmektedir ve hayat sigortası yaptırmaya karar verir.

Bir sigorta şirketini arar, kendine uygun bir plan seçer ve konuşma biterken, sigortacı, teklifi gönderebilmek için adamın e-mail adresini ister. Adam e-mail 'inin olmadığını söyler.

"Şaşırtıcı, der sigortacı, e-mail'iniz yok ve bu hanedanlığı kurabildiniz, düşünün, ya bir de e-mail adresiniz olsaydı.."

Adam düşünür ve şu cevabı verir:

- "Microsoft'ta temizlikçi olurdum."

31 Ocak 2012 Salı

Bir tutam operet

Dolmuş durağında On ikinci sıradayım. On ikinci adam benim. Yani oturarak gidebileceğim. Çok soğuk. Hava yani. Sanıyorum işe de geç kalacağım. Gecenin dördüne kadar sevgilinle şarap içmeye kalkışırsan böyle kan çanağı gözlerle dolaşırsın işte sokaklarda. Başım... Ne yalan söyleyeyim canım işe de gitmek istemiyor. Şimdi git elalemin ağız kokusunu çek; ona buna kitap satmaya çalış. Şu reklamcılık sektörüne bir girebilsem. Hah geldi dolmuş.

9 Ocak 2012 Pazartesi

ADALET ( BÖLÜM 1: Yeni bir çocukla tanıştım... )

 Ocak 2011,İstanbul

Çocuk mu desem, arkadaş mı desem artık seçemiyorum ama doğrusu "yeni bir çocukla tanıştım.." diyeyim. Aslında tanıştım da denemez hani ilk önce yan yana yürüyorduk bu çocukla... İçten savaşını sesli sesli bir şekilde bilmeden etrafına da söyleyen -ne tesadüf ki etrafında nerdeyse tek ben vardım o sıralarda!- bir çocuk bu... "Bugün na'psam,bugün na'psam" sesleri çoğalıyordu en başlarda... Elindeki mavi  beyaz renkli, dalgalı şekillerdeki 'Akışkanlar Mekaniği-II' -yazarını okuyamadım H ile başlıyordu adı- kitabını görebiliyordum elinde. Yanımızdan  geçip giden 12 yaşlarındaki uzun saçlı çocuk tuhaf tuhaf bakmıştı bize..


8 Ocak 2012 Pazar

Yeni Yıl,Yeni Umutlar...

Açıkcası 2012'deki ilk yazımın nasıl olacağı üzerine bir kaç gündür düşünmekteydim..Güncel olmalıydı,"okunabilecek" değerde olmalıydı,akla ve gönüle aynı anda hitap etmeliydi...Derken,dün akşam sularıydı,Coca Cola'nın yeni reklam filmini izledim; "Yeni Yıl,Yeni Umutlar"..Haydi ilk önce şu fevkalede reklamı bir de beraber izleyelim,ardından yazıya devam ederiz ;) 

"Daha iyi bir dünyaya inanmak için pek çok nedeniniz var.."