24 Haziran 2012 Pazar

Justin Bieber dinleyen ağaçkakan'ın dramı ,Bölüm:1

 
Ben farklıyım.Gagam var diye mi? Peh tabi ki hayır ama gerçekten öyle.Herkes farklıyım diye ortalıkta artistlik yapar fakat tüm gün boyunca yaptıkları şeyler aynıdır; kafalarını kanatlarının arasına sıkıştırıp uyurlar,günün büyük ateş topundan gelen ilk ışıklarıyla uyanıp ağaçlardan topladıkları tırtıl veya böceklerle beslenirler,işine yaramadıklarını çıkartırlar ve tekrar uyurlardı.Farklılık bunun neresindeydi? Bana gelince mesele şu ki farklı olduğum için kafası üçgen şeklinde ve kırmızı tüylü İmparator ağaçkakanımız Sinan dahil tuhaf bir şekilde herkes tarafından popüler görülen bir ağaçkakandım.Saygı gösterirlerdi.Ta ki o gün ve o günkü olaylar yaşanana dek.


Ha bu arada,İmparator ağaçkakanımız,yediklerini çıkartmayı her serefinde unuttuğundan dolayı göbeği bir hayli şişmiş Sinan da dahil tüm ağaçkakanlarda bir ürkekliktir,korkaklıktır başını almış gidiyordu.Azıcık cesaretli olun;bi rüzgar sesine veyahut bir çakal sesine tırsmayın yahu.Geçenlerde,bir şeyler yemeye gelen bizim aksimize 2 ayakları olan,kanatları olmayan-en azından ayakları üstünde yürüyen,uçamayan- 3 varlık vardı.Onlardan,sadece "orman" kısmını anladığım ama gerisini anlamadığım bir-iki cümle duydum.

"Olm bu Belgrad Ormanı süpermiş lan.Ne diye sizinle geldim ki hıyar gibi? 
 -Hıyar olduğundan ehe ehe."

Yemyeşil,her köşesi buram buram doğa kokan ormanımıza Belgrad adını takmışlardı demek o varlıklar.

Hani türümün vazgeçemediği ürkeklik dedim ya o bende yoktu işte.Genetiğim mi değiştirilmişti acaba? Ne dedim ben ya? Her neyse canım sıkıldığı zamanlar tüm günümü tenha veya ormanlık bir yerde geçiremiyordum.Mayamda yoktu.Götümü büyütemiyordum işte; uyan,sabah 8-akşam 5 orman,uyu filan.Bir adrenalin,bir macera şarttı.Başımı alıp,ufukta görünen -tabii ilk gittiğimde bir dalgınlıkla kafamı çarpıp,canım epey bi yandıktan sonra duyduğuma göre adının beton olduğunu öğrendiğim- yüzlerce yığına gidiyordum.Ama o gün gitmez olaydım...

Gittiğim ilk zamanlar,can dostum,akşamları öğündaşım olan Ömeri de çağırıyordum.Her seferinde,aynı tırsaklıkla aynı "Tilililili" -çevireyim; "Git olum sen."- cevabını verip içinde duyduğu iki gıdımlık merakı da öldürüyordu.Hâl bu olunca,ara sıra üstümüzden geçen kuşların -kimisi bizim de yakın dostumuz olan Guguksular ailesinden,kimisi Güvercin ailesinden olan kuşların- peşine takılır uzak diyarlara keşfe giderdim.Popülerliğimin ana sebebi buydu işte; sınıflar arası sıcakkanlılığım ve ağzı iyi laf yaparlığım.Eh bu kadar mütevazılığımın (!) ardından o meşhur 69.keşif günümü anlatmaya başlayabilirim.


Kaşına gözüne ölüp bittiğim,kendisi Guguksular ailesinden olan -dostlar ya hani :) - Mervenin de aramızda olduğu bir gün binlerce o iki ayaklı varlığın durduğu,birbirlerine bir şeyler verip,beslendikleri ve bizler gibi olmasa da konuştuğu büyük bir meydan vardı.Aşırı derecede yorulmuştum.Nedendir bilinmez üzerimde bir ağırlık vardı.Romatizmam azmış olabilirdi.Hayda ne dedim yine ben? Neyse ki guguksular geri kalan ağaçkakan türdaşlarıma göre korkak değillerdi.Meydanda bir betonun üstünde dinlenmeye karar verdik.Hepimize -yaklaşık 20 kuşa- yetecek kadar yeşillik ve ağaç bulamayışımız bizi derinden üzmüştü.Ey iki ayaklılar biz sizlere n'aptık? 


Tam dinlenmeye başladık,Merve yaklaştı yanıbaşıma.Sanki bir şeyleri sezmişti.Beyin onda da vardı,yüce yaratıcımızın muazzam vergisi.Ah tam yanıma geldiği esnada "ah,canım o albenili tüylerin bugün daha bi hoş kıpraşıyor" demez olaydım.Hay benim sığır kafam.Babası 5-6 adım arkasındaymış.Meğersem 5-10 kişilik guguksu'nun arasında kendisini kamufle ediyormuş hain kostok.Bir bakışı vardı ki üstüme sıçacak sandım bir an.İşte o an türümüzün içinde var olan tırsaklığı ilk defa yaşamıştım.Oradan nasıl kaçtım da yeni bir betonun üstüne geldim açıkcası bilmiyordum.Gözüm kararmıştı kısacası.


Soluklanmak için durdum.Kalbim pıtı pıtı,pıtı pıtı,düm tek tek atıyordu adeta.Tam durduğum yerin hemen biraz yanında kulaklarında bir şey takılı olan,kendisinden geçmiş bir uzun,sarı saçlı bir varlık duruyordu.Çıtıra bak be hey yavrum hey.Yine ne dedim ben! Tam kendisinden geçmişken birden kulaklarındaki şeyleri çıkarttı ve kulaklıkların bağlı olduğu şeyi eline aldı.Kulaklığından hafif hafif duyduğum sesler şimdi tam gaz dışarı geliyordu.Aman yüce yaratıcımız! Bunu duymaz olaydım.Çevirisiz aynen aktarıyorum ince ve tiz şekilde "beybiii beyyybiii beybiii" diyordu bu ses.Kulaklarımın tırmalandığını,Merve'nin babası tarafından kanatlarımın hızla kırıldığını,parçalandığını ve tüm bu duyguların bende yaşattıkları yüzünden altıma yaptığımı hissediyordum.


Kaçmam lazımdı en hzlısından ama bu kaçış Merve'nin babasından kaçışımın nerdeyse 10 kat hızına denk geliyordu.Gagalarımı bir iskerpelaymış gibi kullanarak o varlığın elindeki ses çıkan eşyasına hızla vurmaya başladım ve hemen ardından kaçtım.Kafamı betonlara çarpıyor,istemsizce 2 bacaklı varlıkların üzerine sıçıyordum.Merkezi sinir sistemim sarsılmıştı.Düşündüklerimi ben bile anlamıyordum o derece.Tüm bunlardan sonra zaten o sesle yaşadım yaşayacaklarımı diyerek Merve'nin,Merve'min yolunu tuttum.Savulun battal gazi geliyooor! Ne?...

Hiç yorum yok: