24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bir latince deyiş: Laborare est orare "Çalışmak, ibadettir"


Latinceden dilimize çevirildiğinde açık bir şekilde; "Çalışmak ibadettir." diye çevirilecek vecizedir. (leo diye kısaltacağım açıklamanın devamında. Eh biraz da mecazi ve gurur verici bir anlamı olsun zodiac astroloji burc'u olan Aslandan gelen. Aslan burcu olduğum için değil tabi ki! :)  )

Latince kökenli olmasına rağmen bir çok kutsal ya da kutsal olmayan batıl-uydurma-uzak doğu menşeili din-inanış tarafından da insanlar üzerinde olumlu-pozitif-pragmatik bir değer katan ve insanı yücelten, insanı güçlendiren, içten gelerek yapıldığında sağlam karakter oluşturmayı sağlayan bir sözdür, leo.

Şimdi islamiyet ile Hristiyanlık ve diğer inançlarda leo'yu açıklayalım kısaca. -Kısaca diyorum, çünkü binlerce sayfalık yabancı kaynaklar var. Muhteşem bir şey değil mi?

Haydi başlayalım..

1. islamiyet'te leo;

Hemen leo'nun şu anlama gelebildiğini "Çalışıyorum, namaza gerek yok o zaman aga.(haşa)" düşünebilecek bazı müslüman kardeşlerime bir uyarı geçeyim. Öncelikle dinimizde -Müslüman olmayan arkadaşlar lütfen açıklamamdan dolayı rahatsız hissetmeyiniz. burada bir dışlama veyahut bir ima bulunmamaktadır. sadece akıl karışıklığı yaratabilir ve insanları yanlış yönlendirebilirim. dikkatli olmak lazım sonuçta.- bildiğimiz gibi 5 farz bulunmaktadır. Yani yapılması gerekenleri -yapabildiğiniz kadarıyla- yapmak 'mesuliyetindesiniz' Türlü türlü bahaneler uydurabilirsiniz, bu sizin inisifiyatinize kalmış bir durumdur ben bunu yargılayamam ancak, dini konular gibi önemli vazifelerde eksiksiz yerine getirmeniz şarttır. Zorunluluk olarak değil de sevgiyle yapılması daha da bir sevaptır, bilindiği gibi. 5 farz'a dönecek olursam;
1. Şehâdet Etmek
2. Namaz Kılmak
3. Zekât Vermek
4. Oruç Tutmak
5. Hac'ca gitmek

Detaylıca anlatmayacağım zira, Kur'an'dan başlayarak binlerce dini kaynaktan öğrenilebilir. Burada vurgulamak istediğim şey şu; iyi niyetle çalışmanız ibadet olabilir. Namaza ne lüzum var, çalışmak da ibadettir demek çok yanlıştır. Çünkü namaz bildiğimiz gibi 2. müslümanlık şartımızdır. Reddedilemez ve değiştirilemez. Böyle söyleyen kâfir olur. Namaz kılan, haramlardan kaçan kimsenin iyi niyetle çalışması ibadettir.

Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir. Eğer kazanacağı para ile öğünmek, keyf sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir. (Peygamber efendimizin söylediği bir söz olarak  asıl ismi -Süleymân bin Ahmed bin Eyyub bin Mutayr eş-Şâmi el-Lahmi et-Taberani- olan Taberani'den alınmıştır.) Ayrıca "leo" benzer bir şekilde Nisa süresi 95.ayette de belirtilmiştir; "Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, oturanlardan üstün kıldı. Allah onların hepsine de cenneti vaad etmiştir. Bununla beraber Allah mücahitlere, oturanların üzerinde büyük bir ecir vermiştir. "

2. Hristiyanlık ile diğer kutsal ve kutsal olmayan dinlerde-inanışlarda leo;

Amerika Birleşik Devletlerinin Washington eyaletinde Mary Virginia Merrick tarafından kurulmuş "Christ Child Society" adlı Türkçemize "Mesih Çocuk Derneği" diye çevirilebilecek, derneğin ismine zıt olarak 'dini ve ırkı ne olursa olsun, ayrım gösterilmeksizin' çocuklara gereken maddiyatı, eğitimi ve duygusal ortam -aile, kaynaşma, iletişim- ihtiyaçlarını karşılayan kâr amacı gütmeyen, gönüllü üyelerinin azim ve sabır dolu organizasyonuyla çalışan bir derneğin vecizesidir.

Tüm dünyada kabul edilen bir dil olan ingilizce'de "To labour is to pray" olarak ifade edilebilecek leo; önceleri, yani 480–547 yılları arasında, Aziz Nursia Benedikt'i tarafından, rahiplerin, başrahip otoritesi altında müşterek bir hayat sürmeleri amacıyla yazılmış emirlerin bulunduğu "The Rule of Saint Benedict" (Aziz Benedict Kuralı) kitabının, sonralarıysa Farmasonlar tarafından kabul edilen bir mottosudur. Tabii ki bize aile ağacımızdaki bir birey kadar yakın olan farmasonlarda bu söz,  'istediğini yap' vecizesine kurulu olan ve altın-fildişi-mermer tapınakları inşaa eden Telemalar için (ingilizcesi; Thelema) kulağa yatkın gelebilir. -Yabancı kaynakları araştırırsanız Telemalar, Sembolizm ve siyonizm üzerinde de oldukça detaylı bir kaynak listesine ulaşabilirsiniz. Burada yüzeysel geçtim ancak özel olarak bir isteğiniz/isteğiniz varsa da lütfen benimle e-mail üzerinden ( icelebi89@hotmail.com ) iletişime geçin; konuşalım, tartışalım, bilgi aktaralım... "Doctus cum libro" olmak lazım. Yani; kitabıyla bilgin olmak... Bu söz kendileri bir şey bilmeyip, hazır bilgiyi sunmaya çalışanlar için kullanılan bir başka latince sözdür. Buna da bir başka yazıda değineceğim. Kısaca öğreten öğrenir. :)

Biraz daha 'yer üstünden' konuşmak gerekirse birçok hristiyanizm kökenli okulda da motto olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Gandhi'ye göre sansktritçe "Bhagavat Gita" olan ve Rabb'in Ezgisi diye dilimize çevrilebilecek kutsal bir Hindu metnidir.

Diğer inançlara göre de neredeyse ikinci paragrafta da belirttiğim anlamlara sahiptir. Az çok çevirilerden, diller-hitaplar-anlayışlar-iletişim üzerindeki zaman aşımlarından fark olacaktır tabii ki. Ancak sonuç olarak bu güzel latince deyişe, ruhu dinginleyen ve iç ısıtan Hz. Mevlana'nın  şu sözünü de ekleyebiliriz; "insan, ancak çalıştığını kazanır."

(İmlâda, hitabımda surç-i lisans işlemişsem affola dostlar. Sağlıcaklar kalın, tekrar görüşmek üzere.)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Neden olmasın? Hintliler biliyor bu işi abi.

"Daha iyi bir dünyaya inanmak için birçok sebep var!" Oldukça "all is well" -her şey yolunda- tarzında ve pozitif bir görüş olmakla beraber, eğer doğru şartları sağlayabilirsek, birbirimizin farkında olabilirsek dünyada her an yaşanan açlığa, kıtlığa, tecavüzlere-tacizlere-soykırımlara-cinayetlere, yoksulluğa, öksüzlüğe-yetimliğe karşı savaşta biz de "yenen taraf" olabiliriz ve hatta çatısı yıkılan bir evdeki yaşayanların kurtarılması ve komşularınca çatının yapılması gibi muhteşem anlara şahit olabiliriz. Ya da görme engelli bir vatandaşın karşı kaldırıma geçemediğini gördüğünden elindeki sandviçi bitmeden paketleyip, o "kardeşinin" yardımına giden bir insanı da görebiliriz. Zor mu ki? Belki de.

Bu mübarek günlerde içimizi biraz da olsa ısıtan soru şu: Neden olmasın?




16 Haziran 2013 Pazar

Man of Steel'e gitmeli mi?


Selamlar. Bu yazıda yeni nesil Superman'imizin filmi hakkında bir iki kelam edeceğiz. Kal-El abimizi tekrar gördüğümüze sevindik. Ancak... Değer mi? Yani birçok savaş sahnesi vardı, binalar yıkıldı filan falan güzel şeyler, 3 boyutlu da üstelik... Yönetmen koltuğunda Zack Snyder, hikaye kısmına Christopher Nolan, müziğinde Hans Zimmer... Daha ne olsun? diyorsunuz değil mi? Ancaak kazın ayağı öyle değil dostlarım.

4 Ekim 2012 Perşembe

Hayat sevmeden güzel değil mi yani?

Bunu yıllardır sorarım kendime. İster sevgili anlamında, isterse insani boyutta olsun, her ilişki öncesi, her ilişki sonrası ve her tanıdığım insanda düşünürüm bu soruyu. Ne olacak ki sevmezsek? Somurtalım suratımızı, en ekşisinden limon yemişçesine, kapayalım kalplerimizi en hasar görmüş hallicesine... Ne kaybederiz yani? Açıkcası iki türlü de hayatı tattım. Ya seversiniz ya sevmezsiniz. Şundan bahsetmiyorum; "ya benim çok yakın bir arkadaşım var misal Beyza olsun adı. Sırdaşımdır, çok yakın arkadaşımdır ama bazen gıcık ve kevaşe gibi davranır biliyor musun, işte ondan dolayı sevmem onu..." Bu her insanda olan iyi-kötü mukayesesi. Bambaşka konu. Yin ile Yang mevzusu diyeyim. Bizim konumuza dönersek, tamamıyla sevgiden bağımsız olarak yaşayabilir miyiz? Severseniz, anlayış, olgunluk, empati-sempati, kibarlık, davranışlara-sözlere karşındakini kırmayacak şekilde dikkat etme vs. olacaktır. Şayet sevmezseniz, tam zıttı. İnanın ben bunu 1 gün sürdürebildim. 2.günü göremedim. Hayatım o kadar berbat bir hale girdi ki, toparlamam uzun sürmüştü. Çünkü tecrübe etmeliydim. Çünkü seçimlerim de hatalarım da benim olmalıydı. Oldu da... Eğer, bir kere hayatın nötr dengesini bozarsanız, bu hayat sizi çarpar. Bildiğin yıldırım gibi düşer tepenize. Parçalarınızı toplamayı bırakın, bulamazsınız bile. Aşık olamazsınız. Gülün kokusunu derin derin içinize çekip, hissedemezsiniz. Bir insana dokunduğunuzda tüm acılarını anlayamazsınız. Kalbinin derinliklerindeki öfkeyi bilemezsiniz. Bir insanın gözüne baktığınızda, çektiği sıkıntıları gizlemek için neleri feda ettiğini, kendisini nasıl zorladığını anlayamazsınız. Kışın ortasında, ansızın çıkan güneşin, size aslında umudu temsil ettiğini anlayamazsınız. Uzaklarda sizin ve ailenizin refahı için, sınırları-bölgeleri koruyan o askerlerin kayıplarını yüreğinizde hissedemezsiniz. Doğuştan işitme engelli olup, biyonik kulak(coclear implant) ile annesinin sesini ilk defa duyan bir bebeğin o sevincini kalbinizde hissedemezsiniz. Binlerce hektarlık ormanın yandığını TV'den gören çocuğun, biriktirdiği haftalık harçlıklarla aldığı fidanı alıp boş bir araziye dikmesindeki o sevinci yaşayamazsınız. İnanın, beni karşınıza alın şurada elimin gitmediği ve aklımdaki nicelerini anlatayım size. Sevmek. Basit bir kavram gibi geliyor değil mi? Sevmemek? Söylemesi bile daha uzun. Bak iki harf daha fazla söylüyorsun Ne diye yorasın ki kendini? :) N'olur git sevdiğinle Kapadokya'ya gün batışını balondan izle ve aşkı yaşayın. Git aralarından geçtiğiniz sokak çocuklarından topu al ve bir anlık da olsa atraksiyon yaşa. Çılgınlık sende! Sınır-sızlık sende! "An" sende! Sevgi, empati, duyarlılık, HAYAT sende! Tüm bunları yapamıyorsun musun? Neden? Hangi bahane seni mahrum kılabilir ki sevmekten....

1 Ekim 2012 Pazartesi

Her kademede sığır çok. Açık ve net.

Erkek, kız. Bayan. Türk, Kürt, Çerkez, Azeri. Müslüman, hristiyan. Öğrenci, esnaf. Memur, simitçi, doktor! At yarışı oynayan, iddaa oynayan. Kız kaçıran, adam döven. Her cinsten, her gruptan... Bizim topraklarımızda sığır o kadar çok ki, tüm kategorilere bulaşmış durumdalar. Kendileri sanki Gladyo'nun, Mossa'dın, Ergenekon hareketinin sığırdan oluşma versiyonu. İyi de sığır ne ki? Erkeklerde olmuyor mu? Kızları niye yazdık? Baştan söylüyorum "% 100" ifadesi yok hiçbir teorilerimde. Yani kızlar sığırdır, dediğim zaman alınmayacaksınız saçma sapan triplerle. Haa, alınıyorsanız, BANANE? Önce bir kendimize çekidüzen verelim. Sonradan tanımlayalım şu sığırı. Ekşi'de "kafası basmayan ve ahmaklık misyonuna üye, boynuzsuz, iki ayaklı ve selülozu sindiremeyen canlı türü",  uludağ'da  otobanda sol şeritte 30'la gidenler var ki bunlara da otoban sığırı denmekte  ve  bir kadının yüzüne değil götüne bakarak içlenen hayvanların ortak adı. denilerek açıklanmış. Bakın birden fazla yer-zaman-meslek ve birden fazla tanım var. Bunları bulmam 20 saniyemi aldı. Nicesi dünya üzerinde var. Kafanızı kaldırın bakın.
Demin facebook'ta gördüğüm bir resmi paylaşayım.