16 Haziran 2013 Pazar
Man of Steel'e gitmeli mi?
Selamlar. Bu yazıda yeni nesil Superman'imizin filmi hakkında bir iki kelam edeceğiz. Kal-El abimizi tekrar gördüğümüze sevindik. Ancak... Değer mi? Yani birçok savaş sahnesi vardı, binalar yıkıldı filan falan güzel şeyler, 3 boyutlu da üstelik... Yönetmen koltuğunda Zack Snyder, hikaye kısmına Christopher Nolan, müziğinde Hans Zimmer... Daha ne olsun? diyorsunuz değil mi? Ancaak kazın ayağı öyle değil dostlarım.
4 Ekim 2012 Perşembe
Hayat sevmeden güzel değil mi yani?
Bunu yıllardır sorarım kendime. İster sevgili anlamında, isterse insani boyutta olsun, her ilişki öncesi, her ilişki sonrası ve her tanıdığım insanda düşünürüm bu soruyu. Ne olacak ki sevmezsek? Somurtalım suratımızı, en ekşisinden limon yemişçesine, kapayalım kalplerimizi en hasar görmüş hallicesine... Ne kaybederiz yani? Açıkcası iki türlü de hayatı tattım. Ya seversiniz ya sevmezsiniz. Şundan bahsetmiyorum; "ya benim çok yakın bir arkadaşım var misal Beyza olsun adı. Sırdaşımdır, çok yakın arkadaşımdır ama bazen gıcık ve kevaşe gibi davranır biliyor musun, işte ondan dolayı sevmem onu..." Bu her insanda olan iyi-kötü mukayesesi. Bambaşka konu. Yin ile Yang mevzusu diyeyim. Bizim konumuza dönersek, tamamıyla sevgiden bağımsız olarak yaşayabilir miyiz? Severseniz, anlayış, olgunluk, empati-sempati, kibarlık, davranışlara-sözlere karşındakini kırmayacak şekilde dikkat etme vs. olacaktır. Şayet sevmezseniz, tam zıttı. İnanın ben bunu 1 gün sürdürebildim. 2.günü göremedim. Hayatım o kadar berbat bir hale girdi ki, toparlamam uzun sürmüştü. Çünkü tecrübe etmeliydim. Çünkü seçimlerim de hatalarım da benim olmalıydı. Oldu da... Eğer, bir kere hayatın nötr dengesini bozarsanız, bu hayat sizi çarpar. Bildiğin yıldırım gibi düşer tepenize. Parçalarınızı toplamayı bırakın, bulamazsınız bile. Aşık olamazsınız. Gülün kokusunu derin derin içinize çekip, hissedemezsiniz. Bir insana dokunduğunuzda tüm acılarını anlayamazsınız. Kalbinin derinliklerindeki öfkeyi bilemezsiniz. Bir insanın gözüne baktığınızda, çektiği sıkıntıları gizlemek için neleri feda ettiğini, kendisini nasıl zorladığını anlayamazsınız. Kışın ortasında, ansızın çıkan güneşin, size aslında umudu temsil ettiğini anlayamazsınız. Uzaklarda sizin ve ailenizin refahı için, sınırları-bölgeleri koruyan o askerlerin kayıplarını yüreğinizde hissedemezsiniz. Doğuştan işitme engelli olup, biyonik kulak(coclear implant) ile annesinin sesini ilk defa duyan bir bebeğin o sevincini kalbinizde hissedemezsiniz. Binlerce hektarlık ormanın yandığını TV'den gören çocuğun, biriktirdiği haftalık harçlıklarla aldığı fidanı alıp boş bir araziye dikmesindeki o sevinci yaşayamazsınız. İnanın, beni karşınıza alın şurada elimin gitmediği ve aklımdaki nicelerini anlatayım size. Sevmek. Basit bir kavram gibi geliyor değil mi? Sevmemek? Söylemesi bile daha uzun. Bak iki harf daha fazla söylüyorsun Ne diye yorasın ki kendini? :) N'olur git sevdiğinle Kapadokya'ya gün batışını balondan izle ve aşkı yaşayın. Git aralarından geçtiğiniz sokak çocuklarından topu al ve bir anlık da olsa atraksiyon yaşa. Çılgınlık sende! Sınır-sızlık sende! "An" sende! Sevgi, empati, duyarlılık, HAYAT sende! Tüm bunları yapamıyorsun musun? Neden? Hangi bahane seni mahrum kılabilir ki sevmekten....
1 Ekim 2012 Pazartesi
Her kademede sığır çok. Açık ve net.
Erkek, kız. Bayan. Türk, Kürt, Çerkez, Azeri. Müslüman, hristiyan. Öğrenci, esnaf. Memur, simitçi, doktor! At yarışı oynayan, iddaa oynayan. Kız kaçıran, adam döven. Her cinsten, her gruptan... Bizim topraklarımızda sığır o kadar çok ki, tüm kategorilere bulaşmış durumdalar. Kendileri sanki Gladyo'nun, Mossa'dın, Ergenekon hareketinin sığırdan oluşma versiyonu. İyi de sığır ne ki? Erkeklerde olmuyor mu? Kızları niye yazdık? Baştan söylüyorum "% 100" ifadesi yok hiçbir teorilerimde. Yani kızlar sığırdır, dediğim zaman alınmayacaksınız saçma sapan triplerle. Haa, alınıyorsanız, BANANE? Önce bir kendimize çekidüzen verelim. Sonradan tanımlayalım şu sığırı. Ekşi'de "kafası basmayan ve ahmaklık misyonuna üye, boynuzsuz, iki ayaklı ve selülozu sindiremeyen canlı türü", uludağ'da otobanda sol şeritte 30'la gidenler var ki bunlara da otoban sığırı denmekte ve bir kadının yüzüne değil götüne bakarak içlenen hayvanların ortak adı. denilerek açıklanmış. Bakın birden fazla yer-zaman-meslek ve birden fazla tanım var. Bunları bulmam 20 saniyemi aldı. Nicesi dünya üzerinde var. Kafanızı kaldırın bakın.
Demin facebook'ta gördüğüm bir resmi paylaşayım.
Demin facebook'ta gördüğüm bir resmi paylaşayım.
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Doğum günü'm adına...
23'e
de bastık öyle mi... Bana sorarsanız ben bile bu sürecin nasıl
işlediğinin farkında değilim. Sorsanız hâlâ 18'im 19'um.. Belki daha
büyük hissettiğim zamanlar da oldu, belki daha küçük. Ben daima an'ıma
baktım. Bu sene benim için birkaç kötü haber eşliğinde geçti desem yalan
olmaz -annemin kanseri, benim daha da "gerileyen" işitme
sıkıntım-durumum, saatlerini beraber harcadığın, adam bildiğin
insanların sana bu dönemde sırt dönmesi, ve 1-2 mevzu daha... Haa bunların
yanında, çok da güzel şeyler yaşadım, keşfettim tabii. Hayatın nötr
dengesi de bu değil midir zaten? Vefası da, cefası da bize. Ne kadar
anlamlı yaşayabilirsek o kadar güzel. Doğum günü konusuna dönersek, kimi
ziyaretime gelerek, kimi smslerle, kimi aramalarla, kimisi
mail-facebook mesajlarıyla kimisi de duvardan kutladı. Sağolsunlar,
varolsunlar. Tüm bu araçlardan birini kullanmaya bile tenezzül
etmeyenlere de buradan afilli tebriklerimi iletiyorum. Siz de sağolun
lan ;) Her neyse, Saat 4'e kadar kapalı olan duvar'dan dolayı, gelen
maillerden biriyle, kısa, kimi zaman hüsran, kimi zaman sevinç, kimi
zaman yalnızlıkla kimi zaman gerçekten dost bildiğim her hallerimizle
birbirimize arka çıktığımız insanlarla geçirdiğim, hastalıklarla
geçen-geçmekte olan, ölene kadar belli başlı prensipleri koruyacağım
hayatımı özetleyeceğim...
"doğum günün kutlu olsun kardeşim.
her insan bir cevherdir. bir gün mutlaka kendisi, çevresi ve insanlık
için önemli işler yapacak potansiyeli barındırır içinde. o potansiyelin
ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. umarım bu sene içindeki
potansiyeli ortaya çıkarmak için güzel fırsatlar yakalarsın.
725,869,501 saniyedir
12,097,825 dakikadır
201,630 saattir
8,401 gündür
1,200 haftadır
280 aydır
23 yıldır hayattasın.
sana daha nice mutlu yıllar ve ömür boyu huzurlu, stressiz ve mutlu bir yaşam diliyorum."
Umarım hayatımız sadece bu değersiz sayılardan ibaret olmaz. Umarım
şimdiki şeklinde olduğu gibi, her anı anlamlı yaşayabiliriz. Umarım
hayatlarımıza anlam katan şeylerin farkında olur ve onları kaybetmemek
için savaşırız. Ailemizi. Dostlarımızı. Sevgilimizi, eşimizi. İşimizi.
Ya da hedeflerimizi. Artık hayatımıza ne anlam katıyorsa... 23. yıl,
belki de son gördüğüm olabilecek doğumgünü dileğim budur. Hayatımızı
anlamlı kılan her şey için, içimizde daima savaşma gücü olması. Tabi ki
hep beraber :)
12 Ağustos 2012 Pazar
En hoşuma giden gerilla reklamları (guerrilla marketing)
Her şeyden önce, usta nedir bu guerrilla marketing? (Onlarca çarpıcı resim var konuda, kaçırmayın.)
Bu pazarlama stratejisinde asıl amaç, beklenmedik ataklarla, cesur
hareketlerle rakibi demoralize etmek, sürekli rakibi yoklayarak bir
açığını bulmaya çalışmaktır. Çoğu farkedilemez reklamların. Siz "Aa çok çarpıcı!" diyene kadar, ürün bilinçaltınızda yerini alır. Bazıları hemen farkedilebilir, bazıları ise dakikalar sonra.
Rakiplerin çok güçlü olması
da problem değildir, örneğin premium sınıfta bulunan (nike, redbull, pringles vb.) ve pazarın en
kalitelisi, en üstün markası olarak algılanan pahalı ürünlere sahip bir
firmaya karşı, piyasaya daha da pahalı ürünler çıkararak meydan
okunabilir. Tabi gerilla pazarlama'yı dönem dönem kullanan firmalar arasında nike, benetton, lipton, puma, pringles ve birçoğu da vardır.
Mesela Trabzon'da mavi jeans'in yanına aynı tip karakterlerle bordo yazıp, giyim mağazası açan adamın yaptığı pazarlama şeklidir.
Ve sıra çarpıcı resimlerde. Ee, görsel "can"landırma "can"dır. (Tıklanarak büyüyebilirler.)
*True Blood, ABD'de çekilen, ana temada "vampirlerin hayatını" konu alan dizidir. Oldukça +18'dir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)